13 Eylül 2014 Cumartesi

ÖZDEMİR İNCE- Bir örnek: İspanya

 
Avrupa Birliği ülkelerinde, özellikle de Hollanda, Danimarka, İsveç, Norveç gibi sonradan görme küçük ülkelerde bir yığın cahil politikacı ve zevzek memur var: 



 Türkiye'ye PKK gibi örgütlerle diyalog kurmasını AB'ye girmek için koşul olarak öne süren Avrupa Parlamento Komisyonu'nun Eşbaşkanı Hollandalı Joost Lagendijk benzeri, bunlardan bazılarının Güneydoğu'ya Bask Modeli önerme densizliğinde bulunmaları çok mümkün. Ancak Avrupa Birliği'nin ve birlik üyesi ülkelerin 'resmen' böyle bir istekte bulunması için kafayı üşütmeleri gerekir. Türkiye'nin AB'ye girmeyi reddetmesi için meşru bir gerekçedir bu.

Ne var ki, AB için, 'Güneydoğu'ya Bask Modeli istiyorlar. Güneydoğu'yu Türkiye'den koparmak istiyorlar!' demek de, elde sağlam kanıtlar olmadan, son derece tehlikelidir.

*
Daha önce de yazmıştim hiçbir ülke bir başka ülkeye örnek olamaz. Her ülkenin kimliği, kişiliği kendi yapısal hamurundan çıkar.

Türkiye'nin müslüman ülkelere örnek gösterilmesine karşı çıktığım gibi, İspanya ve benzeri ülkelerin Türkiye'ye örnek gösterilmesini de eleştiririm. Çünkü her ülke kendi özel maddi koşullarının ürünüdür. Almanya federal bir yönetimle yönetilebilir, çünkü Alman birliği sağlanmadan önce aynı coğrafya prenslikler tarafından yönetiliyordu. Birlik sağlandıktan sonra bölgesel özellikler devam etti.

Örneğin, Turgut Özal'ın yaptığı gibi, ABD'nin yönetim tarzı olan eyalet (devlet) sistemini de Türkiye'ye örnek gösterip tavsiye etmek mümkün değil. Çünkü, Türkiye hiçbir zaman eyalet-devletler birliği olarak yönetilmedi. Bu nedenle Türkiye'yi eyaletlere, özerk yerel yönetimlere bölerek yönetmek ülkenin yararına olamaz. Merkezî yönetimin yetkilerini azaltıp etkin bir yönetim kurmak için, içeriği belli olmayan Yerinden Yönetim, Yerel Yönetim, Özerk Yönetim gibi ütopyalar üretmek, yolsuzluk ve rüşvet ocağı ayrılıkçı derebeylikler yaratmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

*
İspanya ile Türkiye arasında hiçbir benzerlik yok mu? Kuşkusuz var. İkisi de büyük bir imparatorluğun bugünkü artıkları.

15-18 yüzyıllarda, Brezilya hariç bütün Güney Amerika, Meksika ve Orta Amerika, Kuzey Amerika'da Kaliforniya ve Teksas, Florida; Küba, Porto Riko; Afrika'da Ekvator Ginesi, Fas; İberik yarımadasında Portekiz ve daha nice ufak-tefek toprak İspanya İmparatorluğu'nu oluşturmaktaydı. 'Altın Çağ'da İspanya bir dünya imparatorluğu idi. 1575'ten itibaren bu imparatorluk duraklamaya, Veraset Savaşı'yla (1701-1713) gerilemeye başladı. 1898'deki İspanya-Amerika Savaşı sırasında bölgedeki son sömürgelerini de (Küba, Porto Riko ve Filipinler) kaybetti.

Osmanlı İmparatorluğu da büyük rakibi İspanya İmparatorluğu gibi Avrupa'daki topraklarını aynı dönemde ve dönemin uzantılarında (1919) kaybetti.

İspanya 1939'da başlayan faşist Franco dönemine kadar rahat yüzü görmedi. 1975'e kadar bir faşist diktatörlüğün sıkı yönetimi altında biraz kalkındı ama inim inim inledi. 20 kasım 1975'te Franco'nun ölümü ve 27 kasım 1975'te Juan Carlos'un taç giymesiyle demokratik çağ başladı ve İspanya 1982'de NATO'ya, 1986 yılında Avrupa Birliği'ne girdi.

*
İspanya, topraklarından gelip geçen veya yerleşen halklardan (İberler, Keltler, Fenikeliler, Yunanlar, Kartacalılar, Romalılar, Vandallar, Süevler, Vizigotlar, Araplar, Berberîler, Franklar) bir şeyler almış ve korumuştur. İspanya üç kültür ve inancın (Hıristiyan, Musevi, Müslüman) yüzyıllar boyunca bireşim potası olmuş, bu sayede göz kamaştırıcı bir uygarlık yaratmıştır.

Günümüzde, bütün eski sömürgelerde İspanyolca konuşulmaktadır. Yani Brezilya dışında bütün güney ve orta Amerika'da. ABD'de şu anda İspanyolca ikinci dil konumundadır. 21.yüzyılda ABD'de İngilizcenin yerini İspanyolcanın alacağı tahmin edilmektedir.

Mümkün olsaydı, Türkiye de demokratik ve çok partili rejime 1950'de değil de İspanya gibi 1975'te geçebilseydi çok daha iyi olurdu. İspanyol dilinin 'emperial' gücünü koruyup yayması da inceleme konusu olabilir. Ama, İspanya'nın bir tarihsel özelliğini (bölünmüşlüğünü) demokrasinin yansıması olarak görmek Türkiye'yi çok zor durumda bırakır.
 
ÖZDEMİR İNCE / HÜRRİYET / 07.07.2002