19 Eylül 2014 Cuma

Sosyal demokrasinin acıklı hikâyesi

 
Devrimcilerin tarihi, bir anlamda Sosyal Demokratlarla mücadele tarihidir.

MARX’TAN LENİN’E SOSYAL DEMOKRATLARLA MÜCADELE

Marx 1875 yılında Alman Sosyal Demokrat Partisi’ne yazdığı mektupta (Gotha Programının Eleştirisi) sandığı kutsayanlara karşı sınıf savaşımının önemini anlatıyor, devlete ilişkin kabullerini yineliyor ve en önemlisi Lassalle hattına işçi sınıfının bir sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmesi gerektiğini, savaşımın sahnesinin başka yerde olamayacağını hatırlatıyordu. Oysa sosyal demokrat yönelim programdaki yaldızlı enternasyonalizm laflarına rağmen gerçekte serbest piyasanın gerisine denk düşmüştü.

Lenin ise emperyalizm çağının devrimcisi olarak sosyal demokrasinin kapitalizm ve sosyalizm arasındaki denge sistemi olmadığını görüyordu. Gerçekten de sosyal demokratlar, Batı Avrupa’nın kendi sınıf çelişkilerini Asya’ya kaydırıp bu sayede kendi ülkelerinin kamuoyunu tahkim ettiklerini görmüyor bir başka deyişle;  emperyalizm olgusunu tutarlı biçimde kabul etmiyorlardı. Kabul etselerdi önlerinde mazlum ülkelerle dayanışma ödevini bulacaklardı fakat sosyal demokratlar Engels’in değindiği gibi kendi işçi sınıfını burjuvalaştırdı ve kurtuluş savaşı veren milletlerin kanına ortak oldu.

ERGENEKON TERTİBİ NASIL DEVAM EDİYOR?

Bizim coğrafyamızda ise sosyal demokrasinin bu zehirli iksiri, emperyalizmi teorinin griliğinde değil, bizzat muharebelerin kan deryasında tecrübe eden geleneğin reddinde vücut buldu. Öyle ki sosyal demokrasinin Türkiye şubesi geçtiğimiz birkaç yıl içinde Libya’ya NATO müdahalesini doğal karşıladı, ABD ziyareti öncesi vekillerine Kürecik eylemlerine gitmeyi yasakladı ve 17 Aralık ertesinde soluğu Amerikan büyükelçiliğinde aldı. Nihayetinde lügatinde emperyalizm olmayanların ulusalcılığa yaklaşımını da üzülerek söylemeliyiz ki bizi şaşırtmadı. Ergenekon tertibinin ana sloganı olan “ulusalcı dalgayı aşmak” CHP içerisinde parola ediniliyorsa bu tarihin oyunu değil, adım adım tanıklık ettiğimiz dönüşümünün son durağıdır. Diyebiliriz ki Ergenekon sadece hapishanelerin boşalması ile sonlanmıyor. Ergenekon bugün fikirsel anlamda devam ediyor ve meselenin özü kelepçeden ziyade buraya dayanmaktadır.

İNDİRGEMECİ DEMOKRASİNİN HEZİMETİ

Sosyal demokratların yaşattıkları hezimetler elbette yukarıda saydıklarımızla sınırlı kalmadı. Dünya analizlerinde emperyalizm olgusuna yer vermedikleri için iktidar perspektiflerini de kaybettiler ve nihayetinde dünya ölçeğinde liberalizme teslim oldular. Bu teslimiyet korumacılıktan kaçınmayı tavsiye eden ekonomi kararları ile 1996 New York toplantısında tescillendi. Aslında kıymeti kendinden menkul bu tavsiye, 1929 ekonomik krizinden sonra benimsenen “refah devleti” ilkesinin de reddiydi. Kabaca formüle edecek olursak sosyal demokratlar kendilerini aşarak değil aksine inkâr ederek bugünlere geldiler. 

 Ülkemizde ise sosyal demokrasinin şubesi demokrasiyi parlamentoya indirgeyip toplumun sosyolojisini sandığa hapsetmekle iktidar perspektifini kaybetmeye başladı. Nihayetinde bu indirgemeci demokratlık son bir senede göreceğimiz üzere ilkesiz birlikteliklere bel bağlamaktan kaçınmadı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi ittifaka dâhil olan parti-kurum sayısı arttıkça niteliğin de doğru orantılı olarak artacağını bekleyen bu çocuksu formülasyon, nihayetinde CHP’yi seçim döneminde iş tuttukları BBP seviyesine kadar geriletti ve seçmende karşılığını bulamadı. Sıkça konuştuğumuz boykot oranları da bu minvalde okunursa kanımca ufuk açacaktır. Aslını besleyen taklit politikası, sistem partilerinin birbirine benzemesi, farkların silikleşmesi kimlerin neden sandığa tıpış tıpış gitmediğini yeterince açıklar.

Sosyal demokratlara tutarlı olarak ilk eleştiri metinlerinden birini yazan Marx yazımızın başında andığımız mektubunu  “Dixi et  salvavi animam meam” diyerek bitiriyordu. Türkçeye “ söyledim ve ruhumu kurtardım” şeklinde çevrilen bu Latince deyim sosyal demokrasiye dümen kıran dürüst devrimcilere uyarı niteliği taşımaktaydı. Kökeni Eski Ahit’e kadar uzanan referans dürüst insanların dostlarını uyarması gerektiğini aksi takdirde felaketten sorumlu olacaklarını vaaz etmekteydi.  Bugün de devrimcilerin eleştirileri bu niyetin ötesinde görülmemelidir.  Dolayısıyla söylediklerimiz ruhumuzu kurtarmak ya da siyaseten CHP’de ikbal arayanların günah çıkarmalarına vesile olmak için değil. Niyetimiz CHP’ye gönül vermiş arkadaşlara, İhsanoğlu’na mahkûm edilmişlere ya da Bekâroğulları ile Altı Ok’u yorumlamayı kendine zul kabul edenlere bir başka seçeneğin daha var olduğunu göstermektir. Bugün o seçenek, o parti vardır. Yapılması gereken liberal ve gerici beylerin marabası olarak kadere boyun eğmek, itilip kakılmak, tabağa konulana mahkûm olmak değil Mustafa Kemal olarak mücadelenin başına geçmektir.
 
Gökhun Göçmen
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Öğrencisi
Aydınlık / 09.09.2014