Mumcu’nun
son çalışması Apo-MİT ilişkisi
üzerineydi. Mumcu'yu
bu ilişkiyi araştırmaya iten temel neden ise Apo'nun boşandığı eşi Kesire
Yıldırım’ın babası ile erkek kardeşinin MİT'le ilişkili oldukları
iddiasıydı. Mumcu
bunun yanı sıra Apo'nun devletten
burs alarak okumasını ve Şafak Bildirisi
olayında, önce askeri savcı tarafından "komünizm
propagandası, askeri kanunlara karşı itaatsizliğe teşvik, askeri kuvvetleri
tahkir, suç olan fiili övmek ve suç işlemeye tahrik" suçlarından Türk
Ceza Yasası'nın 142, 153, 159, 311 ve 312 maddelerince cezalandırılması istenirken
yalnızca boykot eylemine katılmaktan 3 aya mahkum edilmesini de "anlamlı"
buluyordu. Hem bu ceza 12 Mart döneminde SBF öğrencilerine ve öğretim üyelerine
"hiç de sempati ile bakmayan"
dönemin askeri savcısı Baki Tuğ'un esas hakkındaki mütaalası çerçevesinde
veriliyordu. Mumcu
ayrıca, uzun süre Apo'nun yakınında bulunan ve Ağrılı Pilot Necati olarak bilinen kişinin de MİT ajanı olma
olasılığı üzerinde duruyordu. (Kürt Dosyası-Uğur Mumcu).
Abdullah
Öcalan kimdi?
Nasıl
devletten burs alabilmişti?
Nasıl,
5 ayrı ceza maddesinden yargılanması istenirken 3 aylık ceza ile
kurtulabilmişti?
Mumcu işte
bu soruların yanıtlarını arıyordu.
Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ndeki verilere göre, Abdullah Öcalan'ın künyesi şöyle:
"Şanlıurfa ili Halfeti ilçesi Ömerli Köyü'nde 1948 yılında
doğmuştur. Anne adı Üveyş, baba adı Ömer olup üçü erkek, dördü kız, toplam 7
kardeşten ilk erkek evlattır. Feodal bir düzen içinde otoriter ve kavgacı anne
elinde ve zavallı, pasif bir baba etkisinde, özenle ve biraz da şımartılmış
olarak büyümüştür. Abdullah Öcalan, babası söz konusu olduğunda, 'Ondan hoşlanmıyorum'
demekten çekinmez. İlkokulu Türkçe konuşulan İslamlaşmış bir Ermeni köyü olan Cibin'de,
ortaokulu ise Nizip'te okumuştur. Askeri bir okula girmek arzusuna rağmen
giremeyen, Öcalan, Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi'ni parasız yatılı olarak
bitirmiştir. İlkokul çağlarında başlayan dine ilgisi, Lise yıllarında daha artmıştır.
Daha sonra 2 yıl Diyarbakır'da memur olarak çalışmış, sonra İstanbul Hukuk
Fakültesi'ne girmiştir. Orada bir yıl eğitimi takiben Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne geçmiştir. 1974-1975 eğitim - öğretim yılında devamsızlık
nedeniyle sınıfta kalmıştır."
Evet, Öcalan
Ankara SBF'de okurken 31 mart günü dağıtılan Şafak Bildirisi nedeniyle 7 nisan günü gözaltına alındı, 27 nisanda
da tutuklandı. Hakkında önce TCK’nın 142, 153, 159, 311 ve 312. maddelerinin
uygulanması istenen Öcalan, daha
sonra 'Şafak Bildirisi dağıttığı yolunda
herhangi bir delil bulunmadığı' gerekçesiyle 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası'nın
16/1 maddesi uyarınca boykota katılmak eyleminden üç ay hapis cezası aldı ve
dosyası da kapandı.
Öcalan
24 Ekim 1972'de tahliye oldu. Olay nedeniyle Fakülte Yönetim Kurulu toplandı.
Aynı davada yargılanan ve Öcalan ile
birlikte iddianamede, hakkında en ağır ceza istenen Metin N. Yalçın’a okuldan 15 gün uzaklaştırma cezası verildi. Öcalan ise yalnızca dikkat çekme cezası
aldı. (Kürt Dosyası. Uğur Mumcu).
Öcalan
aynı dönemde, 01.11.1971-31.10.1975 yılları arasında SBF'de Maliye ve Gümrük
Bakanlığı'nın bursu ile okudu. Burs almak için 21 yaşını geçmemiş
olmak koşulu aranırken Öcalan burs
bağlandığı günlerde 22 yaşındaydı. Burs alan öğrencinin sonradan da olsa "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
mevzuatına göre memleket için zararlı sayılan fıil ve hareketlerde bulunmaması
ve bu çeşit faaliyetlere katılmaması" koşulu vardı. Öğrenci
eylemlerine katılan öğrencilere burs bağlanması da o gün için olanaksızdı. Devamını
yine Mumcu'nun
son araştırmasından okuyoruz:
"1
Aralık 1971 günü burs bağlandı. Öcalan 17 Şubat 1972 günü taahhütname
imzalamıştı. 7 nisan günü gözaltına alındı. Bursu bağlanacak mıydı? Cezaevinden
çıktı, bursu aldı. Burs hiç aksatılmadan 01.11.1971 gününden 01.11.1974 gününe
kadar üç yıl süre ile ödendi. Bakanlık bursu devamsızlık nedeniyle 31. 10,1975
günü kesildi."
Öcalan,
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde 5 ayrı ceza maddesinden yargılanırken, yalnızca 3 ay
hapse mahkum oluyor, burs bağlanması için belirlenen yaş sınırını geçmişken
burs alabiliyor, fakülte yönetim kurulunca aynı eylemdeki arkadaşı 15 gün
okuldan uzaklaştırma cezası alırken ona yalnızca dikkat çekme cezası
veriliyordu.
Öcalan’ın
bu dönemdeki yaşantısında “tesadüflerle”
şansı hep yaver gidiyordu. Mumcu da “bu
pek yaver giden şansın” nedenini araştırmaya başlamıştı. Belki 24 ocak
günü, kendisinin bile farkında olmadığı bu "tesadüflerin"
nedenine ulaşacakken "nasırına bastığı" kimileri, bunun ortaya
çıkmasını engellemek istediler. Mumcu, özellikle Öcalan'ın nasıl olup da Sıkıyönetim Mahkemesi'nden 3 ay ceza ile
hem de Baki Tuğ gibi bir savcının elinden kurtulduğunu merak
ediyordu. Mahkeme dosyalarına ulaşmıştı. Ancak "düğümü çözecek belge" dosyanın içinde yoktu.
Olayı bir de Tuğ'dan soruşturdu. Aradığı belge
ise o dönemde MİT’in Öcalan'la
ilgili olarak Sıkıyönetim Mahkemesi'ne gönderdiği "bizim mensubumuzdur" şeklindeki yazıydı. Tuğ'la
görüştü. 12 Mart dönemi askeri savcısı, bugünün
DYP Milletvekili Tuğ, o döneme ilişkin elindeki dosyaları
inceleyeceğini ve birkaç gün içinde kendisini haberdar edeceğini söyledi. Ama
24 ocak günü Mumcu'nun
yaşamına belki de bu ulaşmak istediği belgenin eline geçmesini engellemek
isteyen güçler son verdiler.
Baki Tuğ, olaydan 4 gün sonra Sabah Gazetesi muhabiri Nezih Tavlaş ile görüşürken, "Apo'nun gözaltına alındıktan sonra salıverilmesi
için size telkin geldiği, talimat verildiği yolunda iddialar var. Bunlar doğru
mu? " şeklindeki sorusu üzerine şunları söylüyordu:
“Ben o tür bir olay hatırlıyorum. Ancak Apo'yla mı ilgiliydi, başka bir
mensupla mı ilgili, onu çözemedik. Sayın Mumcu'ya da söylediğim şuydu. Bana
böyle bir şey gelmişti. 'Onunla ilgili mi değil mi, bende resmi yazı olacak
dedim. Ben o yazıyı ararken o olay oldu."
"Yazı bu şahsa dokunmayın ya da bırakın diye mi geldi"
sorusuna da "Dokunmayın
mealinde değil, 'Bizim mensubumuzdur’ şeklindeydi. Yalnız o mu, değil mi
çözemedik. O belgeyi arıyordum ben. Aradığım belge oydu. Bulsaydım onu
verecektim. Mumcu'ya söylediğim sürede istediğim
belgeye henüz ulaşamadım. Bunu kendisine en son telefon görüşmemizde bildirdim.
İncelemem 15 gün daha sürecek. Belgede bir şahıs ismi var, MİT besabına çalışan
bir sanığın ismi. O belgeyi arıyorum. Onu bulursak Mumcu'nun
aradığı düğüm çözülecek" yanıtını veriyordu. Ancak Tuğ
bu konuşmayı, daha sonradan yalanlıyor ve böyle bir belgenin kendisinde
olmadığını da kaydediyordu.
Güneydoğu'da bir dizi kanlı
eyleme imzasını atan Abdullah Öcalan'ın
MİT'le ilişiği var mıydı, yok muydu? İşte buna giden yolda, Mumcu
da, kanlı bir suikastin kurbanı oldu. Mumcu bu iddialarla ilgili araştırma yaparken
geçmişteki örnekleri de çoğaltıyordu. 15 Ekim '1992 tarihli "Gözlem"
köşesinde "Kim Bu Pilot?.."
başlıklı yazısında, Mumcu, 1979'da o
dönem Doğu
Perinçek'in başyazarlığını yaptığı Aydınlık Gazetesi'nden şu alıntıyı yapıyordu:
"...
çevresine topladığı, AYÖD'den atılan gençlerle grubunu kuran Apo, şiddet
eylemlerine 1977'den sonra başladı. Bu dönemde "Kontrgerillacılar'la
ilişkiye geçtiği söylenen Apo'nun I977'de evlendiği Karakoçanlı Kesire adlı kızın
babasının da MİT elemanı olduğu öne sürülüyor..." (6 Ağustos 1979- Doğu
Perinçek).
Mumcu, 15 ekim tarihli yazısında, Ortadoğu'daki
örgütlere başta CIA olmak üzere, her devletin ajanının sızdığını belirtirken Perinçek'in
yazısında ver alan, "Apo'nun
Kontrgerillacılarla işbirliği yaptığı" iddiasının da altını çiziyordu.
Mumcu
10.5.1992 tarihli "Apo'ya TC
bursu" başlıklı yazısında,
Apo'nun Maliye Bakanlığı'ndan aldığı bursu irdelerken yazının son
bölümünde de şu soruyu soruyordu:
"TC burslu Abdullah Efendi'nin o
günlerde devletin başka kuruluşları ile de ilişkisi olmuş mu? Olmuşsa ben hiç
şaşırmam!"
Mumcu'nun bu sorusuna yanıt, ölümünden bir hafta
sonra, 12 Mart döneminin savcısı Baki Tuğ'dan "üstü kapalı" olarak
geliyordu. Baki
Tuğ, 31 aralık tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan haftalık bir
söyleşide, "Apo'nun MİT'le
bağlantısı var mı" şeklindeki soruya şu yanıtı veriyordu:
"Bilmiyorum. Apo'nun geçmişte belki
MİT'le işbirliği olabilir, ama bugün de bu ilişkinin devam ettiğine inanmıyorum.
Çünkü MİT'le hala irtibatı olan bir insan, Güneydoğu'nun Türkiye'den
bölünmesini hem savunacak hem de Türkiye'nin milli bütünlüğü ile ilgili bir
örgütle işbirliği halinde olacak. Bunu düşünemiyorum."
Tuğ,
"ilişki varsa nasıl yorumlamak
lazım" sorusuna da "Öyle
bir şey varsa ortada iki tarafın da ihaneti vardır. Devletin de onun da"
yanıtını veriyordu.
Bu arada, Apo'nun Suriye'de oturduğu evin bir üst katında MİT'çı emeklı bir yarbayın
oturduğu, sık sık Apo'yu ziyarete
giden bir yazarın da MİT mensubu bir bacanağının olduğu söylentiler arasında.
Ama bu konularda dikkati çeken bir başka nokta ise Apo'ya bugüne kadar hiçbir
şey yapılamaması. Bu konudaki sorulara, gerek emniyet mensupları gerekse askeri
yetkililer net bir yanıt veremezken, "Apo'nun
öldürülmesi olanaksız mı" sorusuna ise her zaman, "istenildiği anda öldürülebilir" karşılığını verdiler. Bu
konudaki en çarpıcı değerlendirmeyi ise Aktüel
dergisinin 23-29 Aralık 1993 tarihli 129. sayısında eski MİT'çi, yeni özel
ordunun beyni Korkut
Eken, "Apo'yu
öldüreceğiz" diyerek yaptı. Eken, "Bu
sorunu çözer mi" sorusunu, "Sorunun
yüzde 60'ının çözümü demektir bence" diye yanıtlarken "O halde neden bugüne kadar
öldürülmedi" sorusuna da "çok çarpıcı" şu karşılığı verdi: "Devletin politikası o. Ona bir şey
diyemem, Ama bize emir versinler, biz her yere gideriz ve yaparız
gerekeni."
Evet, özel ordunun beyni Apo'nun bugüne kadar öldürülmeme nedenini
"devletin politikası"
olarak açıklarken yazar Yalçın Küçük, "Mumcu'nun
bana anlattıkları, Apo'nun MİT olabileceği kuşkusunu uyandırmıştı" diyordu.(31Ocak-6
Şubat l993.Sayı:06, Nokta dergisi).
Bütün bunlara Apo ne diyordu? 14 Nisan 1993 tarihli Tempo dergisinde "MİT
bana yardım etmedi, ama yanlış değerlendirdi" başlıklı yazıda, Apo ana başlıklar halinde şu sözleri
sarf ediyordu:
"MİT'in
beni koruyup kollaması değil de yanlış değerlendirmesi söz konusudur. Uğur Mumcu
sanıyorum bunu değerlendiremiyor. Keşke benimle konuşsaydı kendisine pek çok
veri verebilirdim. Uzun uzun anlatabilirdim.
PKK'yı PKK yapan, bu konuda sağladığı veya benim vasıtamla sağladığı
gelişmedir. MİT burada büyük bir yanılgı yaşadı. Ki Cüneyt Arcayürek'in ilginç
bir değerlendirmesi vardır; '1978 yılında büyük bir gaf yapıldı. Hatta yılan bir
karış iken bir asker potini kaldırıp ezebilecekken bu gaftan ötürü altından çıkamayacak
bir duruma geldik şimdi" dedi, 12 Eylül'e nasıl gelindi sorusuna cevap arayışında.
Şimdi basın bunu bilmiyor veya Uğur Mumcu bence bunu biraz açığa çıkardı."
Bir süre önce yine faili meçhul bir cinayete
kurban giden JİTEM kurucularından Ahmet Cem Ersever ise
Aydınlık Gazetesi'ne konuşurken Apo'nun MİT ajanı olamayacağını belirtiyor,
ama bir yerde de kapıyı şu sözlerle tam olarak kapatmıyordu.
"Öcalan
ile ilgili SBF'den silik bir kişilik, pasif, kavgaya, gürültüye dahi girmez. Hiçbir
olaya girmez' tarzında bilgi aldık. 1970'li yılların başında Abdullah Öcalan
böyle bir kişilik. 1975'te gruplaşmalar başlıyor. Gruplaşmaya başlamadan önce,
belki, bakın olmuştu demiyorum, MİT’le "oralarda ne oluyor. Ne bitiyor'
biçiminde bir temas kurulmuş olabilir. Ben bunun ötesinde birşey olduğunu
zannetmiyorum."
Mumcu, Apo'nun
MİT’le ilişkisini araştırırken kanlı bir suikastin kurbanı oldu. Ama şimdi
devlet, geçmiş dönemde de olsa bu tür bir ilişki konusunda bazı bilgileri
belgeleyen Mumcu'nun katilini nasıl bulacak?
Cumhuriyet-
28.01.1994