28 Mayıs 2016 Cumartesi

28.01.1994 tarihli Cumhuriyet Gazetesi / APO'nun MİT Bağlantısı

   




   Mumcu’nun son çalışması Apo-MİT ilişkisi üzerineydi. Mumcu'yu bu ilişkiyi araştırmaya iten temel neden ise Apo'nun boşandığı eşi Kesire Yıldırım’ın babası ile erkek kardeşinin MİT'le ilişkili oldukları iddiasıydı. Mumcu bunun yanı sıra Apo'nun devletten burs alarak okumasını ve Şafak Bildirisi olayında, önce askeri savcı tarafından "komünizm propagandası, askeri kanunlara karşı itaatsizliğe teşvik, askeri kuvvetleri tahkir, suç olan fiili övmek ve suç işlemeye tahrik" suçlarından Türk Ceza Yasası'nın 142, 153, 159, 311 ve 312 maddelerince cezalandırılması istenirken yalnızca boykot eylemine katılmaktan 3 aya mahkum edilmesini de "anlamlı" buluyordu. Hem bu ceza 12 Mart döneminde SBF öğrencilerine ve öğretim üyelerine "hiç de sempati ile bakmayan" dönemin askeri savcısı Baki Tuğ'un esas hakkındaki mütaalası çerçevesinde veriliyordu. Mumcu ayrıca, uzun süre Apo'nun yakınında bulunan ve Ağrılı Pilot Necati olarak bilinen kişinin de MİT ajanı olma olasılığı üzerinde duruyordu. (Kürt Dosyası-Uğur Mumcu).

   Abdullah Öcalan kimdi?

   Nasıl devletten burs alabilmişti?

   Nasıl, 5 ayrı ceza maddesinden yargılanması istenirken 3 aylık ceza ile kurtulabilmişti?

   Mumcu işte bu soruların yanıtlarını arıyordu.

   Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ndeki verilere göre, Abdullah Öcalan'ın künyesi şöyle:

   "Şanlıurfa ili Halfeti ilçesi Ömerli Köyü'nde 1948 yılında doğmuştur. Anne adı Üveyş, baba adı Ömer olup üçü erkek, dördü kız, toplam 7 kardeşten ilk erkek evlattır. Feodal bir düzen içinde otoriter ve kavgacı anne elinde ve zavallı, pasif bir baba etkisinde, özenle ve biraz da şımartılmış olarak büyümüştür. Abdullah Öcalan, babası söz konusu olduğunda, 'Ondan hoşlanmıyorum' demekten çekinmez. İlkokulu Türkçe konuşulan İslamlaşmış bir Ermeni köyü olan Cibin'de, ortaokulu ise Nizip'te okumuştur. Askeri bir okula girmek arzusuna rağmen giremeyen, Öcalan, Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi'ni parasız yatılı olarak bitirmiştir. İlkokul çağlarında başlayan dine ilgisi, Lise yıllarında daha artmıştır. Daha sonra 2 yıl Diyarbakır'da memur olarak çalışmış, sonra İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girmiştir. Orada bir yıl eğitimi takiben Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne geçmiştir. 1974-1975 eğitim - öğretim yılında devamsızlık nedeniyle sınıfta kalmıştır."

   Evet, Öcalan Ankara SBF'de okurken 31 mart günü dağıtılan Şafak Bildirisi nedeniyle 7 nisan günü gözaltına alındı, 27 nisanda da tutuklandı. Hakkında önce TCK’nın 142, 153, 159, 311 ve 312. maddelerinin uygulanması istenen Öcalan, daha sonra 'Şafak Bildirisi dağıttığı yolunda herhangi bir delil bulunmadığı' gerekçesiyle 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası'nın 16/1 maddesi uyarınca boykota katılmak eyleminden üç ay hapis cezası aldı ve dosyası da kapandı.

   Öcalan 24 Ekim 1972'de tahliye oldu. Olay nedeniyle Fakülte Yönetim Kurulu toplandı. Aynı davada yargılanan ve Öcalan ile birlikte iddianamede, hakkında en ağır ceza istenen Metin N. Yalçın’a okuldan 15 gün uzaklaştırma cezası verildi. Öcalan ise yalnızca dikkat çekme cezası aldı. (Kürt Dosyası. Uğur Mumcu).

   Öcalan aynı dönemde, 01.11.1971-31.10.1975 yılları arasında SBF'de Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nın bursu ile okudu. Burs almak için 21 yaşını geçmemiş olmak koşulu aranırken Öcalan burs bağlandığı günlerde 22 yaşındaydı. Burs alan öğrencinin sonradan da olsa "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mevzuatına göre memleket için zararlı sayılan fıil ve hareketlerde bulunmaması ve bu çeşit faaliyetlere katılmaması" koşulu vardı. Öğrenci eylemlerine katılan öğrencilere burs bağlanması da o gün için olanaksızdı. Devamını yine Mumcu'nun son araştırmasından okuyoruz:

   "1 Aralık 1971 günü burs bağlandı. Öcalan 17 Şubat 1972 günü taahhütname imzalamıştı. 7 nisan günü gözaltına alındı. Bursu bağlanacak mıydı? Cezaevinden çıktı, bursu aldı. Burs hiç aksatılmadan 01.11.1971 gününden 01.11.1974 gününe kadar üç yıl süre ile ödendi. Bakanlık bursu devamsızlık nedeniyle 31. 10,1975 günü kesildi."

   Öcalan, Sıkıyönetim Mahkemesi'nde 5 ayrı ceza maddesinden yargılanırken, yalnızca 3 ay hapse mahkum oluyor, burs bağlanması için belirlenen yaş sınırını geçmişken burs alabiliyor, fakülte yönetim kurulunca aynı eylemdeki arkadaşı 15 gün okuldan uzaklaştırma cezası alırken ona yalnızca dikkat çekme cezası veriliyordu.

   Öcalan’ın bu dönemdeki yaşantısında “tesadüflerle” şansı hep yaver gidiyordu. Mumcu da “bu pek yaver giden şansın” nedenini araştırmaya başlamıştı. Belki 24 ocak günü, kendisinin bile farkında olmadığı bu "tesadüflerin" nedenine ulaşacakken "nasırına bastığı" kimileri, bunun ortaya çıkmasını engellemek istediler. Mumcu, özellikle Öcalan'ın nasıl olup da Sıkıyönetim Mahkemesi'nden 3 ay ceza ile hem de Baki Tuğ gibi bir savcının elinden kurtulduğunu merak ediyordu. Mahkeme dosyalarına ulaşmıştı. Ancak "düğümü çözecek belge" dosyanın içinde yoktu.

   Olayı bir de Tuğ'dan soruşturdu. Aradığı belge ise o dönemde MİT’in Öcalan'la ilgili olarak Sıkıyönetim Mahkemesi'ne gönderdiği "bizim mensubumuzdur" şeklindeki yazıydı. Tuğ'la görüştü. 12 Mart dönemi askeri savcısı, bugünün DYP Milletvekili Tuğ, o döneme ilişkin elindeki dosyaları inceleyeceğini ve birkaç gün içinde kendisini haberdar edeceğini söyledi. Ama 24 ocak günü Mumcu'nun yaşamına belki de bu ulaşmak istediği belgenin eline geçmesini engellemek isteyen güçler son verdiler.

   Baki Tuğ, olaydan 4 gün sonra Sabah Gazetesi muhabiri Nezih Tavlaş ile görüşürken, "Apo'nun gözaltına alındıktan sonra salıverilmesi için size telkin geldiği, talimat verildiği yolunda iddialar var. Bunlar doğru mu? " şeklindeki sorusu üzerine şunları söylüyordu:

   “Ben o tür bir olay hatırlıyorum. Ancak Apo'yla mı ilgiliydi, başka bir mensupla mı ilgili, onu çözemedik. Sayın Mumcu'ya da söylediğim şuydu. Bana böyle bir şey gelmişti. 'Onunla ilgili mi değil mi, bende resmi yazı olacak dedim. Ben o yazıyı ararken o olay oldu."

   "Yazı bu şahsa dokunmayın ya da bırakın diye mi geldi" sorusuna da "Dokunmayın mealinde değil, 'Bizim mensubumuzdur’ şeklindeydi. Yalnız o mu, değil mi çözemedik. O belgeyi arıyordum ben. Aradığım belge oydu. Bulsaydım onu verecektim. Mumcu'ya söylediğim sürede istediğim belgeye henüz ulaşamadım. Bunu kendisine en son telefon görüşmemizde bildirdim. İncelemem 15 gün daha sürecek. Belgede bir şahıs ismi var, MİT besabına çalışan bir sanığın ismi. O belgeyi arıyorum. Onu bulursak Mumcu'nun aradığı düğüm çözülecek" yanıtını veriyordu.  Ancak Tuğ bu konuşmayı, daha sonradan yalanlıyor ve böyle bir belgenin kendisinde olmadığını da kaydediyordu.

   Güneydoğu'da bir dizi kanlı eyleme imzasını atan Abdullah Öcalan'ın MİT'le ilişiği var mıydı, yok muydu? İşte buna giden yolda, Mumcu da, kanlı bir suikastin kurbanı oldu. Mumcu bu iddialarla ilgili araştırma yaparken geçmişteki örnekleri de çoğaltıyordu. 15 Ekim '1992 tarihli "Gözlem" köşesinde "Kim Bu Pilot?.." başlıklı yazısında, Mumcu, 1979'da o dönem Doğu Perinçek'in başyazarlığını yaptığı Aydınlık Gazetesi'nden şu alıntıyı yapıyordu:

   "... çevresine topladığı, AYÖD'den atılan gençlerle grubunu kuran Apo, şiddet eylemlerine 1977'den sonra başladı. Bu dönemde "Kontrgerillacılar'la ilişkiye geçtiği söylenen Apo'nun I977'de evlendiği Karakoçanlı Kesire adlı kızın babasının da MİT elemanı olduğu öne sürülüyor..." (6 Ağustos 1979- Doğu Perinçek).

   Mumcu, 15 ekim tarihli yazısında, Ortadoğu'daki örgütlere başta CIA olmak üzere, her devletin ajanının sızdığını belirtirken Perinçek'in yazısında ver alan, "Apo'nun Kontrgerillacılarla işbirliği yaptığı" iddiasının da altını çiziyordu. Mumcu 10.5.1992 tarihli "Apo'ya TC bursu" başlıklı yazısında,  Apo'nun Maliye Bakanlığı'ndan aldığı bursu irdelerken yazının son bölümünde de şu soruyu soruyordu:

   "TC burslu Abdullah Efendi'nin o günlerde devletin başka kuruluşları ile de ilişkisi olmuş mu? Olmuşsa ben hiç şaşırmam!"

   Mumcu'nun bu sorusuna yanıt, ölümünden bir hafta sonra, 12 Mart döneminin savcısı Baki Tuğ'dan "üstü kapalı" olarak geliyordu. Baki Tuğ, 31 aralık tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan haftalık bir söyleşide, "Apo'nun MİT'le bağlantısı var mı" şeklindeki soruya şu yanıtı veriyordu:

   "Bilmiyorum. Apo'nun geçmişte belki MİT'le işbirliği olabilir, ama bugün de bu ilişkinin devam ettiğine inanmıyorum. Çünkü MİT'le hala irtibatı olan bir insan, Güneydoğu'nun Türkiye'den bölünmesini hem savunacak hem de Türkiye'nin milli bütünlüğü ile ilgili bir örgütle işbirliği halinde olacak. Bunu düşünemiyorum."

   Tuğ, "ilişki varsa nasıl yorumlamak lazım" sorusuna da "Öyle bir şey varsa ortada iki tarafın da ihaneti vardır. Devletin de onun da" yanıtını veriyordu.

   Bu arada, Apo'nun Suriye'de oturduğu evin bir üst katında MİT'çı emeklı bir yarbayın oturduğu, sık sık Apo'yu ziyarete giden bir yazarın da MİT mensubu bir bacanağının olduğu söylentiler arasında. Ama bu konularda dikkati çeken bir başka nokta ise Apo'ya bugüne kadar hiçbir şey yapılamaması. Bu konudaki sorulara, gerek emniyet mensupları gerekse askeri yetkililer net bir yanıt veremezken, "Apo'nun öldürülmesi olanaksız mı" sorusuna ise her zaman, "istenildiği anda öldürülebilir" karşılığını verdiler. Bu konudaki en çarpıcı değerlendirmeyi ise Aktüel dergisinin 23-29 Aralık 1993 tarihli 129. sayısında eski MİT'çi, yeni özel ordunun beyni Korkut Eken, "Apo'yu öldüreceğiz" diyerek yaptı. Eken, "Bu sorunu çözer mi" sorusunu, "Sorunun yüzde 60'ının çözümü demektir bence" diye yanıtlarken "O halde neden bugüne kadar öldürülmedi" sorusuna da "çok çarpıcı" şu karşılığı verdi: "Devletin politikası o. Ona bir şey diyemem, Ama bize emir versinler, biz her yere gideriz ve yaparız gerekeni."

   Evet, özel ordunun beyni Apo'nun bugüne kadar öldürülmeme nedenini "devletin politikası" olarak açıklarken yazar Yalçın Küçük, "Mumcu'nun bana anlattıkları, Apo'nun MİT olabileceği kuşkusunu uyandırmıştı" diyordu.(31Ocak-6 Şubat l993.Sayı:06, Nokta dergisi).

   Bütün bunlara Apo ne diyordu? 14 Nisan 1993 tarihli Tempo dergisinde "MİT bana yardım etmedi, ama yanlış değerlendirdi" başlıklı yazıda, Apo ana başlıklar halinde şu sözleri sarf ediyordu:

   "MİT'in beni koruyup kollaması değil de yanlış değerlendirmesi söz konusudur. Uğur Mumcu sanıyorum bunu değerlendiremiyor. Keşke benimle konuşsaydı kendisine pek çok veri verebilirdim.  Uzun uzun anlatabilirdim. PKK'yı PKK yapan, bu konuda sağladığı veya benim vasıtamla sağladığı gelişmedir. MİT burada büyük bir yanılgı yaşadı. Ki Cüneyt Arcayürek'in ilginç bir değerlendirmesi vardır; '1978 yılında büyük bir gaf yapıldı. Hatta yılan bir karış iken bir asker potini kaldırıp ezebilecekken bu gaftan ötürü altından çıkamayacak bir duruma geldik şimdi" dedi, 12 Eylül'e nasıl gelindi sorusuna cevap arayışında. Şimdi basın bunu bilmiyor veya Uğur Mumcu bence bunu biraz açığa çıkardı."

   Bir süre önce yine faili meçhul bir cinayete kurban giden JİTEM kurucularından Ahmet Cem Ersever ise Aydınlık Gazetesi'ne konuşurken Apo'nun MİT ajanı olamayacağını belirtiyor, ama bir yerde de kapıyı şu sözlerle tam olarak kapatmıyordu.

   "Öcalan ile ilgili SBF'den silik bir kişilik, pasif, kavgaya, gürültüye dahi girmez. Hiçbir olaya girmez' tarzında bilgi aldık. 1970'li yılların başında Abdullah Öcalan böyle bir kişilik. 1975'te gruplaşmalar başlıyor. Gruplaşmaya başlamadan önce, belki, bakın olmuştu demiyorum, MİT’le "oralarda ne oluyor. Ne bitiyor' biçiminde bir temas kurulmuş olabilir. Ben bunun ötesinde birşey olduğunu zannetmiyorum."

   Mumcu, Apo'nun MİT’le ilişkisini araştırırken kanlı bir suikastin kurbanı oldu. Ama şimdi devlet, geçmiş dönemde de olsa bu tür bir ilişki konusunda bazı bilgileri belgeleyen Mumcu'nun katilini nasıl bulacak?


Cumhuriyet- 28.01.1994