17 Mayıs 2016 Salı

Thierry Meyssan: 'Modern Askeri Propaganda Yöntemleri'

« Propaganda » sözcüğü, Protestanlık karşısında Katolikliğin yaygınlaştırılmasından sorumlu, « Congregatio de Propaganda Fide » adlı Roma kurumuna göndermede bulunuyor.


Propaganda hileden farklı niteliğiyle dikkat çeken bir askeri yöntemdir. Propaganda genellikle desteğini kazanmak için kendi saflarını kandırmaktır. Antik dönemdeki ilk örneği Truva Atı olan hile ise rakibi yanıltmayı hedefler. Çoğunlukla karşılaştığımız gibi, ticaret alanında olduğu gibi siyasette de bu askeri tekniğin birçok sivil uygulamasına tanık olundu.

İlk başlarda monarşik ve oligarşik rejimler, özellikle şatafatlı resmi törenlerle ve kamusal mimariyle güçlerini ortaya sermekle yetinirlerken, demokratik rejimler, ortaya çıktıklarından beri propagandayı kullandılar. Böylece Atina demokrasisinin Sofizmden, yani herhangi bir varsayımı mantıklı olarak sunmayı deneyen bir düşünce okulundan yararlandı.

XVI ncı yüzyılda bir tüccar ailesi olan Medici’ler, kendi tarihlerini yeniden yazmak ve kökenlerini patrici’lere dayandırmak için bir yöntem tasarladılar. Amaçlarına ulaşabilmek için « sanatsal himaye » yoluna giderek, sanat eserleri aracılığıyla yalanlarını somutlaştırmaları için ülkelerindeki en büyük sanatçılardan yardım istediler.


Ardından, Avrupa’da din savaşları yaygınlaşırken, Papa XV.Gregorius, Katolik inancını Protestanlık karşısında korumak ve yaymak amacıyla bir bakanlık (« dikasterion ») olan İnancın yayılması için papazlar topluluğu’nu (« Congregacio de Propagande Fide ») kurmuştur. « Propaganda » sözcüğünün kökeni işte bu kuruldur.


Ocak 2015’te Charlie Hebdo çizerlerinin öldürülmesi sonrasında, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün yöneticilerinden biri olan Joachim Roncin « Je suis Charlie » (Ben Charlie’yim) sloganını lanse eder. Bu slogan kısa sürede bireyin kalabalık içerisinde erimesi imkanı olarak karşılığını bulur ve ardından her bir saldırı dolayısıyla kullanılır (örneğin Mart 2016 saldırıları sonrasında « Ben Brüksel’im »). Bu sloganı yinelemeyi reddedenler ise sapkınlık ve « komploculukla » suçlanırlar.


Sanayi devrinde propaganda
Sanayi devrimi kırdan kente kitlesel göçlere neden olmuş, kentlerde kabalık toplulukların oluşmasını ve işçi sınıfının doğuşunu tetiklemiştir. « Kitleler » siyaset alanına dahil olurken, Fransız sosyolog Gustave Le Bon « kalabalıkların » psikolojisini yani geniş bir grup içerisinde bireye çocuk muamelesi yapılması sürecini inceler. Bu amaçla modern propagandanın temel ilkesini tanımlar: yönlendirilebilir olmak için bireyin önce kalabalık içerisinde boğulması gereklidir.

İngilizler Birinci Dünya Savaşının başında, Eylül 1914’te, Dışişleri Bakanlığı nezdinde gizli olarak Savaş Propaganda Ofisini (« Wellington House ») oluştururlar. Medici’lerin modelini örnek alarak, düşman Almanlara hayali suçlar isnat eden metinler yayınlamaları için dönemin ünlü yazarlarını –Arthur Conan Doyle, HG Wells ya da Rudyard Kipling gibi- ve bunları resimleştirmeleri için ressamlar işe alırlar. Sonrasında, gazetelerinde bu düzmece olayları yayınlamaları için belli başlı gazetelerin —The Times, Daily Mail, Daily Express, Daily Chronicle— patronlarını da maaşa bağlarlar.




Bu model, Nisan 1917’de Kamu Enformasyon Komitesi’ni (« Committee on Public Information ») kuran Başkan Woodrow Wilson tarafından da yeniden ele alındı. Bu kurum güzel söz (« Four Minute Men ») yaygınlaştırmaları için binlerce yerel önderden yararlanmasıyla ünlüdür. Bünyesinde bilhassa ünlü « I want you! »yu ortaya çıkaran biri afişlerden sorumlu ve diğeri de film yaratımını deneyen bölümler kurarak görsel propagandayı geliştirir. Özellikle ünlü yazarları maaşa bağlamak yerine, Edward Bernays (Sigmund Freud’un yeğeni) ve Walter Lippmann’ın yönetiminde, her gün gazete patronlarına aktardıkları olağanüstü, korkunç ve çarpıcı öyküler yaratmaktan sorumlu bir grup psikolog ve gazeteciyi işe alır. Böylece iktidarın sanatçıları yönlendirmesinden bilimsel kurallara göre sistematik bir şekilde üretilen öykülerin anlatımı ( « storytelling » ) aşamasına geçilmiş oldu.


Walter Lippman, Birinci Dünya Savaşı süresince ABD propagandasını yönettikten sonra, insanların kolaylıkla yönlendirilebileceğine ikna oldu. Dolayısıyla ona göre, yönetilenlerin rızasını üretmeyi hedefleyen bir yem olarak kabul edilmesi dışında demokrasi olanaksızdı.


Anglosaksonlar sadece imgelemi etkilemeyi ve savaşın bir moda fenomeni olarak kabulünü hedeflerken, Almanlar insanları kendilerine anlatılan hayali öykülere bizzat katılmalarını sağlayacak imkanları araştırırlar. Bireylere bir rol oynama imkanı veren üniformaların genelleştirilen kullanımından ve çoğunluğun görüşünü ortaya koyan –siyasal ve sportif- devasa mizansenlerden yararlanırlar. Hiç kuşku yok ki « modern propaganda », yani eleştiremeyeceğimiz ve yeniden sorgulayamayacağımız inançların yayılması bu dönemde geliştirilmiştir. Siyah üniformalarla meşaleli yürüyüşlere katılan birey, artık bizzat kendini sorgulamaksızın ve aynı zamanda hem geçmişini hem de gelecek vizyonunu yeniden düşünmeksizin Nazi inançlarını yeniden sorgulayamaz. Bunun dışında, Joseph Goebels Enformasyon Bakanlığında, gazetecilerin kullanmaları gereken « dil unsurlarını » belirlediği günlük bir brifing düzenleme geleneği oluşturur. Burada artık sadece ikna etmek değil ama kalabalıkların göstergelerini değiştirmek de söz konusuydu. Ayrıca radyo ve sinema gibi yeni iletişim araçlarını ilk olarak kullanan Almanlar olmuştur. Hatta evlere televizyon ekranları kurarak, propaganda için insanları evlerine dahi davet etmişlerdir.

Goebbels propaganda sanatını bireylere karşı bir mücadele aracı olarak görüyordu. Entelektüel dirençleri kırmak için yinelemenin, « kafa karıştırmanın » öneminin altını çizdi. Televizyon kullanımı kalabalık psikolojisinden yeniden bireyselliğe geri dönüşe yol açtığı için bu sorun daha da önem kazanıyordu.

İkinci Dünya Savaşı sonunda, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, SSCB ve Fransa’nın yönlendirmesiyle propagandayı yasaklayan ve çelişkili haberlere erişimi teminat altına alan bir dizi kararı onayladı (110 [1], 381 [2] ve 819 [3] sayılı kararlar). Her bir üye ülke bu ilkeleri iç hukukuna yansıttı. Ancak, propaganda her şeyden önce bir Devlet uygulaması olmasına rağmen, genel olarak propagandaya karşı yürütülen soruşturmalar ancak Kamu Bakanlığı yani Devlet tarafından açılabiliyordu. Dolayısıyla da hiçbir şey değişmemiş oldu.

Soğuk Savaş boyunca ABD ve Sovyetler Birliği propaganda anlamında sıkı bir rekabete giriştiler. Yaygın olarak bilinenin aksine bu ülkeler, geçmişin yeniden yazımı dışında propaganda alanına çok yenilik getirmemişlerdir. Resmi fotoğrafları rötuşlayarak ve bunları kullanan liderleri yok ederek şu ya da bu akımı silmişlerdir. ABD’liler ise Sovyetlere yönelik radyo yayınlarını (Radio Free Europe) ve Müttefiklerine yönelik ise sinemanın (Hollywood) kullanımını geliştirmişlerdir. Eş zamanlı olarak, uygulanan devlet politikalarını sonradan haklı göstermekle yükümlü, –sözüm ona özel ve bilimsel- kalıcı yapılar düşünce laboratuarları (« think-tanks ») yaratarak, bu alana yenilik katmışlardır. Adlarından da anlaşılacağı gibi bunların işlevleri, üniversite öğretim üyelerinin yapabileceği gibi araştırmak ve önermek değil ama kelimenin Sofist anlamıyla geliştirilen uslamlamaları test etmekti.

Daha da ilginci, üçüncü dünyada milliyetçi isyanlarla karşı karşıya kalan ABD Ordusu, komünist isyancıların şevkini kırmak ve yeni sömürgeci rejimleri ayakta tutmak için propaganda tekniklerinden yararlanmıştır. Buraya kadar psikolojik savaş, düşmanları komutanlıklarına güvenemeyeceklerine ve önlenemez bir bozgunu engellemeleri gerektiğine ikna etmek için çaba harcıyordu. Örneğin Filipinlerde General Edward Landsale, ormanda dehşet salan ve insanları yiyip yutan mitolojik bir dev yarattı ve bunu sahneye koydu. Böylece ormanda saklanan direnişçilere yardım götüren halkın gözünü korkuttu.

Uydular ve sayısal veri devrinde propaganda

Son yirmi beş yıl içerisinde üç fenomenin bir araya gelişine tanık olduk: gösteri toplumu, uydular ve sayısal verinin ortaya çıkışı.

1-Gösteri toplumu

Televizyon bir gösteri olduğuna göre, propaganda öncelikle gösterişli olayların düzenlenmesini varsayar.



Örneğin Kuveyt ve Irak’ın yeniden birleşmesini mütecaviz bir savaş (1990) olarak sunmak için, ABD Savunma Bakanlığı, bir sözde hemşirenin gözlemlerine kulak veren bir mizansen düzenleyen, Hill & Knowlton adlı halkla ilişkiler şirketini kullandı. Hemşire, içerisinde bulunan 312 bebeği ölüme terk ederek Kuveytlilere ait bir doğum hastanesinin kuvözlerini çalan Iraklı askerler gördüğünü ifade ediyordu.

1999 yılında bu alanda bir eşik daha aşıldı: NATO, basın ajanslarının filme alması için devasa bir olay organize eder ve ardından hemen kendi yorumunu dayatır. Üç gün içerisinde, 290 000 Arnavut asıllı Makedonya’ya göç eder. Söz konusu görüntüler UÇK’nin terörizmine karşı Yugoslavya’nın bastırma girişiminin Müslümanların ortadan kaldırılması planıyla özdeşleştirilmesine (Alman Savunma Bakanı Rudolf Scharping’in bir icadı olan « at nalı » planı) ve bunun sonucunda da Kosova savaşının meşrulaştırılmasına yol açar.

Daha da büyüğü 2001 yılında iki yolcu uçağı, hemen sonra çöken New York’taki World Trade Center’in ikiz kulelerine çarptıklarında yaşandı. Bu olayın yanı sıra açıklanamayan başka olaylar da yaşandı: Başkan Yardımcısının büroları bir yangın sonucunda kül oldu, Pentagon’da iki patlama yaşandı ve New York’ta bir üçüncü bina da çöktü. Her türlü soru işaretini ortadan kaldırmak üzere anlatımın tutarsızlığı yönteminden yararlanıldı, yetkililer canlı yayına atfedilebilecek çelişkilerin arkasına sığındılar. Televizyonlar günlerce, izleyicilerin eleştirel ruhunu tüketene dek sadece iki kuleye çarpan uçakların görüntülerini arka arkaya yayınlayıp durdular. Şokun etkisiyle kongre sürekli olağanüstü durumu (Patriot Act) onayladı ve birçok savaşın başlatılmasına imkan verildi.

Yönlendirme, mesajın uzun süre görülmesine olanak tanıdığında, izleyicilerin bunu kabul etmeye davet edilmesiyle, ardından da onların aldatıldıklarını ve aslında yalandan ibaret olan bildiklerini izlemeye zorlandıklarını ifşa ettiğinde mükemmeliyete erişir.




Böylece 2003 yılında dünya, Saddam Hüseyin’in bir heykelini deviren Iraklıların görüntüsüyle karşı karşıya kalır. Başkan George W.Bush canlı yayında heykelin ayaklarına balyozla darbeler indiren bir göstericinin kendisine Berlin Duvarının çöküşü sırasındaki görüntüleri hatırlattığı yorumunu yapar. Bu arada geniş plan çekimde, meydanın ABD Ordusu tarafından kuşatıldığı ve sözde göstericilerin gerçekte küçük bir aktör grubundan ibaret olduğu görülür. Ardından ekrandaki yorumcular sanki hiçbir şey olmamış gibi işlerini yapmaya devam ederler [4].

2-Uydular

ABD Ordusu 1989 yılında yeni haberleşme uydularını kullanarak, Atlanta’daki bir yerel haber kanalını, dünyanın ilk uluslararası « kesintisiz haber » kanalına dönüştürür. Zaman yokluğunun hile yapma imkan vermediği görüntülerin gerçekliğini doğrulamak için canlı yayının kullanılması söz konusudur. Aslında canlı yayın, görüntülerin incelenmesine ve doğrulanmasına imkan vermez [5].

CNN, Çin’de eski Başbakan Zhao Ziyang’ın darbe girişimini, Tienanmen Meydanında kanla bastırılan bir halk ayaklanması gibi gösterir [6]. Polisin bir göstericiyi öldürdüğü yalanına inandırarak Çek Cumhuriyetindeki « Kadife Devrimini » göklere çıkarır. İon İliesku’nun Çavuşesku’ya karşı gerçekleştirdiği darbeyi meşru göstermek için, bir morgdan alınmış kadavraları gösteri sırasında polis tarafından kurşunlanmış göstericiler ya da işkence kurbanları olarak sunulduğu Temeşvar toplu mezarının bulunması olarak gösterir, v.s.

Aynı ilkeden hareketle Katar Emirliği, Müslüman Kardeşlerin sözcüsü haline getirmek üzere 2005 yılında, Arap-İsrail söyleşi kanalı olan El Cezire’yi yeniden ele alır [7]. Bu televizyon kanalı 2011 yılında Arap baharları operasyonunda merkezi bir rol üstlenir. Ancak izlenme oranı CNN ile aynı çizgiyi izler: hayali özel haberlerle başlangıçta kazandığı büyük başarı, yalanları ortaya çıkınca izleme oranının büyük bölümünü kaybetmesiyle birlikte ortadan kalkar.

Yurtdışına yönelik radyo yayını ilkesi, CIA’nin Küba açıklarında uçurduğu bir AWACS uçağı aracılığıyla yayınladığı Radio Marti ile geliştirildi. 2012 yılında Suriye’ye ait televizyon kanallarının uydu hizmet sağlayıcılarından çıkarılması ve yerlerine rejimin yıkıldığı ve yöneticilerinin yurt dışına kaçtığı yolunda yalan programlar yayınlanması için geniş kapsamlı bir proje yürürlüğe sokuldu. Bunun için Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın kaçışına ilişkin sahte görüntüler üretildi. Ancak, ArabSat üzerinde NASA’nın Avustralya’daki bir üssünden yayınlanan bir başka sinyal Suriye televizyonunkinin yerini aldığı sırada, Suriye ve Rusya’nın tepkileri karşısında söz konusu operasyon iptal edildi [8].

3- Sayısal veri

Aynı dönemde özellikle de bilgi işlemin ve internetin yaygınlaşmasıyla birlikte sayısal teknolojide yaşanan gelişme, kalabalıkların çok da fazla dağılmasına yol açmaksızın bireyin rolünün yeniden önem kazanmasına neden olur.

CIA 2007 yılında, Kenya’da Luos’ların yaşadığı bölgelere, Kikuyus’ların Cumhurbaşkanlığı seçiminde hile yaptıklarına dair anonim SMS’ler gönderir. Söz konusu mesajların Luos’lar arasında hızla yayılmasıyla birlikte çatışmalar çıkar ve binden fazla kişi ölür ve 300 000 kişi göç etmek zorunda kalır. Sonuç olarak « STK »lar arabuluculuk teklif ederler ve Raila Odinga’nın iktidara gelmesi dayatmasında bulunurlar [9].

CIA aynı yıl cep telefonlarıyla çekilmiş anonim görüntülerin güvenilirliğini test eder. Dar açı çekimlerinden oluşan bu sekanslar, bağlamın görüntülenmesine imkan vermiyor ve kaynaklarının belirsiz olması bunların nerede çekildiklerini bilmemizi engelliyor. Oysa, Myanmar’daki « Safran Devrimi » sırasında kendilerini ateşe veren rahiplere ya da askerlerin zulmüne dair görüntüler gerçek kabul edildi. Televizyon kanalları tarafından yeniden yayınlanan bu görüntüler bu yolla tüm dünyaya ulaştı.

Yalan koalisyonu

Propaganda teknikleri alanında son yıllarda gelişme yaşanmadı. Ancak bir yalan koalisyonunun oluşturulmasıyla birlikte tahkim edilmiş oldular. Bugüne kadar her bir Devlet kendi kampanyasını yürütürken, 2002 yılındaki Irak savaşı sırasında ABD, Birleşik Krallık ve İsrail Savunma Bakanlıkları arasında başlayan daha sonra Katar ve Suudi Arabistan’ın katılımıyla genişleyen bir koalisyon oluşturuldu. Bu koalisyon önce, kitle imha silahlarının varlığına inandırmak üzere Irak’taki BM gözlemcilerini yönlendirmeye çalıştı. Ardından bunu başaramayınca, uluslararası medya kuruluşlarını zehirlemeye başladı [10].

2011 yılında, Trablus’un yeşil meydanına isyancıların gelişine ilişkin görüntüler yine aynı koalisyon tarafından Katar’daki bir açık hava stüdyosunda çekilmiştir. Önce İngiliz Sky News televizyon kanalında yayınlanan görüntüler, daha henüz yeni başlamışken Libyalıların savaşın bittiğine inanmasını sağlamış ve böylece NATO’nun fazla kayıp vermeden (ancak Libya tarafında 40 000 kişi ölmüştür) kenti ele geçirmesi sağlanmıştır. Saif el-İslam Kaddafi, önceki gün Sky tarafından çekilen sözde görüntüleri yalanlamak için söz konusu meydana gidip kendini taraftarlarına alkışlatmak zorunda kalmıştır.

Bu yalan koalisyonu, başlangıçta 120 Devlet ve 16 uluslararası örgütün katıldığı –tarihin tanık olduğu en geniş koalisyon- Suriye’ye karşı yürütülen savaşta büyük gelişme kaydetmiştir.

2011 Ekiminde NATO, ülkenin kuzeyinde Cebel el-Zaiye’de bir örnek köy örgütler. Türk Başbakanının özel kalemi aracılığıyla Batılı gazeteciler birer birer buraya götürülürler. Gazeteciler burada Özgür Suriye Ordusu’nun halk tarafından yoğun bir şekilde desteklendiğine tanık olurlar. Öte yandan, bir İspanyol gazetecinin bu özgür « Suriye » Ordusunun Komutanlarını –El Kaide’nin Libya’daki liderleri Abdülhakim Belhac ve Mehdi el-Harati- tanımasıyla operasyona hemen son verilir [11]. Ancak bunun çok da önemi yoktur, çünkü firar eden Suriye Arap Cumhuriyetinin eski askerlerinden oluşan geniş bir ordunun gerçekten var olduğu görüntüsü kendini kabul ettirmiştir artık.

2012 yılında bu kez dünya, bir ay boyunca rejim askerlerince kuşatılmış ve talan edilmiş Baba Amr’daki devrimcileri keşfeder [12]. Oysa mahalle gerçekten kuşatma altında olmakla birlikte bombalanmamıştır çünkü 72 Suriyeli askerin bizzat kendileri bir süpermarket içerisinde kuşatılmışlardır. Cihatçılar daha sonra suçu Suriye Arap Ordusu’na yüklemek üzere Hıristiyanlara ait evleri havaya uçururlar. Kalın ve kara bir duman tabakasının görülmesi için binaların çatılarında araç lastikleri yakılır. France24 ve El Cezire kanalları, olay yerinde bir devrim mahkemesine başkanlık yapan « yurttaş gazetecileri » muhabir olarak ücretlendirirler. Bu mahkemenin mahkum ettiği ve halkın önünde boğazları kesilen 150 şehidin bedenleri ekranlarda bombardıman kurbanları olarak gösterilir [13]. Yine olay yerine gelen, Jonathan Littell adlı Fransız-İsrail-ABD vatandaşı bir yazar « devrimin » güzel olduğuna tanıklık eder. Son olarak « rejimin vahşetine » dair görüntüler ve bir tanıklık da yayınlanır.




Birleşik Krallık 2013 yılında, cihatçı gruplara hizmet veren bir iletişim şirketi kurar. Bu şirket, Cumhuriyete karşı olan kalabalık bir halkın var olduğu izlenimi verecek şekilde, 100’e yakın grup için logolar çizer, cep telefonu aracılığıyla video görüntüleri çeker ve broşürler hazırlar. İngiliz SAS komandolarıyla birlikte hareket eden şirket, örneğin en önemli grup olan İslam Ordusu’na ilişkin bir mizansen hazırlar. Suudi Arabistan, Ürdün üzerinden teslim edilen zırhlılar sağlar. Subaylara rütbe takılması töreninde kullanılmak üzere cihatçılara İspanya’da üretilen üniformalar dağıtılır. Bunların tümü, düzenli birlikler gibi organize ve Suriye Arap Ordusuyla rekabet edebilecek bir ordu izlenimi vermek amacıyla sahneye konularak filme alınır [14]. Gerçekten de ortada bir iç savaş olduğu düşüncesi dayatılmak istenirse de görüntülerde çoğunluğu yabancı olan birkaç yüz figürandan başkası görülmez.

Thierry Meyssan
Çeviri
Osman Soysal
Voltairenet-16.05.2016

[2] « Condamnation de la propagande contre la paix », Réseau Voltaire, 17 novembre 1950.
[4] « La chute de statue de Saddam Hussein », par Jean-Sébastien Farez, Réseau Voltaire, 15 avril 2003.
[5] « L’effet CNN », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 19 mai 2003.
[6] “Tienanmen 20 anni dopo”, Domenico Losurdo, Rete Voltaire, 9 giugno 2009.
[7] « Wadah Khanfar, Al-Jazeera et le triomphe de la propagande télévisuelle », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 23 septembre 2011.
[8] « L’OTAN prépare une vaste opération d’intoxication », par Thierry Meyssan, Komsomolskaïa Pravda (Russie), Réseau Voltaire, 10 juin 2012.
[9] « Le dessous du prix Nobel de la paix 2009 », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 13 octobre 2009.
[10] « Un réseau militaire d’intoxication », Réseau Voltaire, 8 décembre 2003.
[11] «Islamistas libios se desplazan a Siria para "ayudar" a la revolución», Daniel Iriarte, ABC (España), Red Voltaire , 19 de diciembre de 2011.
[12] « Les journalistes-combattants de Baba Amr », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 3 mars 2012.
[13] “The Burial Brigade of Homs: An Executioner for Syria’s Rebels Tells His Story”, Ulrike Putz, Der Spiegel, March 29th, 2012.
[14] “Birleşik Krallık cihatçıları nasıl sahneye koyuyor”, Voltaire İletişim Ağı , 15 Mayıs 2016.