27 Mayıs 2016 Cuma

Tarihimizin En Kötü Sayfası




Anlayabildiğimiz kadarıyla güvenlik güçleri silahlı PKK unsurlarını “ara-bul-yok et” yöntemiyle tasfiye ediyor; yerleşim yerlerinden kaçanların kırsal kesimde tertiplenmelerini ya da Irak’ın kuzeyine yeniden yerleşmelerini, hatta Kandil’de rahat etmelerini önlemeyi amaçlayan bir strateji izliyor. Bu stratejinin iki sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, nüfus hareketliliği ve çatışmalar Kürt kökenli yurttaşlarımızı silahlı PKK unsurlarından fiziki olarak ayırıyor. İkincisi, çatışmadan kaçan silahlı PKK unsurları Suriye’nin kuzeyinde, ABD koruması altındaki bölgelerde toplanıyor.

Bu iki sonuç, sorunun kökten çözümü için önemli bir fırsat sağlıyor. Evini barkını terk etmek zorunda kalan Kürt yurttaşlarımızın güvenlik, barınma, eğitim, sağlık gibi sorunlarının devlet tarafından hızla ve kalıcı olarak çözülmesi; bu arada, Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerin, ABD korumasına rağmen PKK unsurlarından tamamen temizlenmesi gerekiyor. Bu temizlik sürecinin, yine ABD korumasına ve Biden’ın feryatlarına rağmen, Cerablus’ta başlayıp Fırat’ın doğusunda devam etmesi silahlı bir güç olarak PKK’nin tasfiyesinde önemli bir adım olabilir. Sınıra bitişik destek alanlarının varlığı bu türden çatışmalarda sonuç alınmasını önler.

PKK’nin stratejisi ise, yine anlayabildiğimiz kadarıyla, bölgede mevzi direnişten vazgeçerek bombalı tuzaklarla zarar vermek ve çatışmaları mümkün olduğu kadar batıya kaydırmak, böylece bir Türk-Kürt savaşı çıkarmaktır. Bugüne kadar halkımızın sabır ve tevekkülü sayesinde gerçekleşmeyen bu türden bir çatışmanın kendilerine hem bölgesel hem de uluslararası alanda manevra imkânı sağlayabileceğini düşünüyorlar.

Bu arada HDP, siyasi parti olmaktan çıkarak PKK’nin halkla ilişkiler ve uluslararası propaganda aygıtına dönüştü. Ülke içinde gerçek kimliğini saklamaya gerek görmüyor ve mekik diplomasisiyle PKK için uluslararası kamuoyu oluşturmaya, seçim ittifakı önerisiyle CHP’yi zorlamaya çalışıyor; Meclis’in dışına düşmesi halinde sürgünde bir “Kürt parlamentosu” kurmak için hazırlık yapıyor.

Halkın seferberliğini, açık ve net siyasi hedefleri, tarihi/ideolojik tutarlılığı (yurttaşlık hukukuna dayanan ulusal birlik, laiklik, tam bağımsızlık) ve diplomasiyi (komşularla barış) zorunlu kılan bu çatışma ortamında iktidar partisinin yönetici kliğinin hedefi MHP ve HDP’yi baraj altında bırakarak parlamentoda çoğunluğu ele geçirmek ve anayasal rejimi değiştirerek modern toplumu ümmete dönüştürmekten ibarettir. “Kürt sorunu”nu da ümmet anlayışıyla çözmeyi düşünüyorlar.

Bu ortamda iktidara hâkim olan klik, düşme ve yargılanma korkusunun verdiği bir cüretle hareket ediyor. Batı’dan gelen tepkileri (diktatörlük hevesi, yolsuzluk vs hakkında) ve baskıları (“terör tanımı”nın değiştirilmesi vs) halkın PKK’ye duyduğu öfkeye yaslanarak karşılıyor ve bütün faşizm özentileri gibi şovenist bir demagojiyle, “dünyaya posta koyan lider” pozuyla gücünü artıyor.

Mutlak iktidara yürüyen ve mafya yöntemleriyle iş tutan bir partide bölünme olmaz. Bu türden yapılar varlıklarını biat kültürüne borçludurlar. Kriz koşullarında bu biat kültürünü, klasik faşizm teorilerine uygun biçimde, bütün topluma yaymaya çalışacaklardır.

Mücadelenin hedefleri AKP’nin devrilmesiyle sınırlı tutulamaz, çok daha geniş kapsamlı olması gerekir. Siyaset kulislerinden, seçim ortamlarından değil, sokaklardan kitlesel olarak muhalefet etmek, gericiliğe ve diktatörlüğe karşı evrensel direnme hakkını kullanmak; savaş ve çatışma ortamının tarikatçılara, hırsızlara, yolsuzlara, tecavüzcülere yaramasını önleyecek millî demokratik bir devrimci siyaset dili geliştirmek gerekir. “Bunlar devrilirse daha beteri gelir” diye düşünmek potansiyel muhalefeti felç etmekle eşdeğerdir; çaresizliktir. Bir kırılma, büyük bir değişimi, pek çok olasılığı gündeme getirecektir. Ayrıca şu yaşadığımızdan daha beteri olamaz. Yüz yıla yaklaşan tarihimizin en kötü sayfasındayız.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık/14.05.2016