18 Mayıs 2016 Çarşamba

ABD ILIMLI İSLAMCILARI İKTİDARA NASIL TAŞIDI? (1994 - 2002)


Bu yazı bundan önceki “ABD Ilımlı İslamcıları İktidara Nasıl Taşıdı? (1980-1994)” başlıklı yazımın ikinci ve son bölümüdür. İlk bölümde olayların akışını “Rand Corporation” raporundan başlayarak, Necmettin Erbakan’ın Amerika ziyaretine, ABD-Refah Partisi ilişkilerinin giderek sıklaşmasına kadar getirmiştim. Bu yazımda ise ılımlı İslam’ın iktidara yürüyüşünü göreceğiz.
I) ERBAKAN İKTİDARDA, ANCAK…
Refah Partisi (RP) 20 Ekim 1991 Erken Genel Seçimleri’nde, Türkiye genelinde kullanılan seçmen oylarının % 17’sini alarak TBMM'ye 62 milletvekili ile girmeyi başardı. 1994 Yerel Seçimleri’nde sıçrama yaptı; yüzde 19 oranında oy alarak, -CHP ve DSP’nin birbirini çelmelemesinden yararlanarak- İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarını ele geçirdi. 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde yüzde 21.4 oy oranıyla 158 milletvekilliği kazandı ve birinci parti oldu. Doğru Yol Partisi ile kurduğu koalisyon hükümeti (Refahyol Hükümeti) 28 Haziran 1996'da TBMM'de güvenoyu aldı, Erbakan başbakan oldu.
12 Temmuz 1996 tarihli El Vatan El Arabî dergisine göre, Erbakan radikal İslam’a karşı ılımlı bir şeriatçı cephe kurarak bölge çapında yeni bir İslamcılık akımı yaratmak istiyordu. ‘Amerikan onayı ile halife’ Erbakan bu amaçla ABD ile anlaşarak bölgede stratejik oynuyordu. 29 Mayıs 1996’da düzenlenen Fetih Şöleni “ABD-Refah işbirliği” açısından bir dönüm noktası oldu. Şölene ABD ile Batılı ülke istihbarat örgütleri yoğun ilgi gösterdi. Erbakan ABD ile anlaştı. Amerikan stratejisi çerçevesinde hareket edeceğine dair teminat verdi.
ABD-RP ilişkileri böylesine sıklaşmış olmasına rağmen ABD’nin, çok geçmeden Erbakan kartını oynamaktan vazgeçtiği anlaşılıyor. Acaba neden? Bu sorunun yanıtı şu olabilir sanıyorum: ABD 2000’li yılların arifesinde iki radikal değişiklik yaptı:
-Birincisi, köktenci İslam’dan vazgeçerek, ılımlı İslam’ı[i] desteklemeye başladı. Bu küresel boyutta olan değişiklikti.
-İkincisi, Türkiye ile ilgiliydi: ABD, önce Erbakan’ı yokladı, tartıp biçti. Onda aradığını bulamadı. O küresel hedeflerine hizmet edecek karakterde, değildi. Erbakan teslimiyetçi değildi. Ancak ABD, yolladığı “bizim çocuklar”ın artan ilişkileri sayesinde partiye iyice nüfuz etmiş bulunuyordu. Öyle görünüyor ki yapılan temaslar sırasında emellerine hizmet edecek uygun birileri keşfedilmişti, yola onlarla devam edilmeliydi.
II) RTE’NİN YÜKSELİŞİ
Tam bu sıralarda bir isim parlamaya başlıyor: Recep Tayyip Erdoğan Yükseliş Morton Abromowitz’le görüşmelerle başlıyor, dış temas ve destekler artıyor; Amerikan örgütleriyle yakınlaşmalar görülüyor, Fethullah Gülen’le işbirliği yapılıyor.
A) Morton Abromowitz’le Görüşmeler
Tarih Ekim 1996… Aylık Aydınlık dergisinin kapak haberi bomba etkisi yaratıyor: Abromowitz, Tayyib’i Erbakan’ın yerine hazırlıyorR. Tayyip Erdoğan (RTE)  o tarihte Refah Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı… 
Dönemin ABD Büyükelçisi, Türkiye ve Ortadoğu stratejisti Morton Abromowitz ile Kasımpaşa'daki özel bir vakıfta tanıştırılıyor, yıl 1992... Görüşmeyi ayarlayan kişi İslami çevrelerle yakın ilişkileri olan, ancak “solcu” olarak tanınan bir gazeteci[ii]… 
Bu tanışma Erdoğan için bir dönüm noktası oluyor: Çünkü Amerikancı medya onu toplum gündemine bu tanışmadan sonra taşıyor, öyle görünüyor ki yükselişi de bu tanışmadan sonra başlıyor: İlçe başkanlığından il başkanlığına, ardından belediye başkanlığına, derken parti kurup başbakanlık adaylığına varan baş döndürücü bir yükselişe geçiyor.
Erdoğan'ın Abramowitz'le görüşmeleri, İstanbul belediye başkanı seçilmesi öncesi ve sonrasında da devam ediyor. Bu görüşmelerden en ilginci 15 Ekim 1996 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamında yapılanıydı. Ziyaret hayli uzun sürmüştü. Erdoğan görüşme sonrasında “Abromowitz’in olumlu ve sıcak bir mesaj getirdiğini” ifade etmiş ve eklemişti: 
Mesajı kendi adıma değil, partim adına alıyorum.” 
Abramowitz'in, görüşme sırasında sarfettiği söylenen "Siz İstanbul'u yönetip yıldızınızı parlatabildiğinize göre, Türkiye için de çok şey yapabilirsiniz. Siz Türkiye’nin geleceği için çok önemlisiniz" sözleri basında yer almış ve "Tayyib'in bazı şartları kabul etmesi halinde, ABD'nin kendisini başbakanlığa hazırlayabileceği mesajı" şeklinde yorumlanmıştı. Hatta o günlerde -yukarda zikrettim- basında "Abramowitz Erbakan'ın yerine Tayyib'i hazırlıyor" manşetleri atılmıştı. Abramowitz aslında bu niyeti çok önceden, Ertuğrul Özkök'ün köşesinden şöyle açıklamıştı: "Evet, kravatlı ve daha şehirli görünen Erdoğan'ı Erbakan'a tercih ederiz." Bu sözler söylendiği sırada Erbakan başbakanlık görevindeydi!
B) Dış Temas ve Destekler 
Çok geçmeden, Tayyip Erdoğan'ın Amerika ziyaretleri başladı. İlk defa 17-21 Nisan 1995'te başlayan, daha sonra 17-22 Kasım 1996, 20-23 Aralık 1996, cezaevine girmeden hemen önceye rastlayan 1 Mart 1998 ve yine 16 Temmuz 2000 tarihlerinde tekrarlanan ABD gezileri, bunlardan sadece birkaçıdır. Londra Üniversitesi öğretim üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango da, Abdullah Gül'ün sık sık ABD ve İngiltere'ye giderek görüşmeler yaptığını açıkladı.
-Türk Ceza Kanunu 312/2'den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998'de, ABD'nin İstanbul başkonsolosu Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan'ı Belediye Başkanlığı makamında -elbette Washington'dan aldığı talimat üzerine- ziyaret ediyor ve ziyaret sonrası şu açıklamayı yapıyor: "Bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır." Bu ani ziyaret kuşkusuz bir yerlere verilen bir işaretti ve “RTE’nin arkasında biz varız” anlamına geliyordu.
-Ülkemizdeki hâinane çalışmalarıyla tanınan, AB'nin eski Türkiye Temsilcisi Karen Fogg da "Erdoğan'ın Hıristiyan Demokratlara benzediğini, sol ve sağın boşalttığı alana yöneleceğini, siyasal ve ekonomik bakımdan Batılı değerlere yanaşacağını ama bunlara ahlakî ve kültürel bakımdan yerli öğeler katacağını ve başarılı olacağını" ifade etmişti.
-CIA eski başkan yardımcısı Graham Fuller’dan bir kehanet daha: Yenilikçiler 4 yıl içinde iktidara gelecek.
C) Amerikan Örgütlerinden Destek
Bir kaynağın iddiasına göre: Tayyip Erdoğan'ın uluslararası Yahudi Lobileriyle ilişkili bazı generallerle bağlantılarını kuran kişi, Çevik Bir'dir. Çevik Bir Siyonist kuruluş olan JİNSA'dan ödül alan biridir. JİNSA (Yahudi Milli Güvenlik Enstitüsü), JEWİS COMMİTE (Amerikan Yahudi Komitesi), USIP (Birleşik Devletler Bariş Ve Strateji Enstitüsü) gibi örgütlerin Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve Çevik Bir'le ortak ilişkileri dikkat çekmektedir. USIP, CIA ve Pentagonla bağlantılı, başka ülkelerde ve özellikle Türkiye'de iktidara gelecek kişilerin İsrail ve ABD'ye sadık kalıp kalmayacaklarını araştıran ve garantiye alan bir üst kuruluş olarak bilinmektedir. 1998 yılında USIP'ın düzenlediği Londra'daki bir özel toplantıya Abdullah Gül ile, MÜSİAD'ın eski başkanı Erol Yarar katıldı. Ve ne rastlantıdır ki aynı tarihte Tayyip Erdoğan da Londra'daydı. Toplantının mimarları ABD'nin Yahudi kökenli iki Türkiye stratejisti Marc Grosman ile Morton Abramowitz’ti!”
-Sonra, Amerikan güdümünden çıkan ulusal ve güçlü orduya karşı, alternatif bir polis teşkilatını kurmayı ve bunu ılımlı ve Amerikancı İslamcılarla doldurmayı ve ordu-polis çatışması gibi bir kaos ve kavgayı başlatmayı amaçlayan, Emniyetteki "Süper NATO" örgütlenmesinin ele başlarından sayılan Abdülkadir Aksu ve ekibi de Tayyip Erdoğan'ın çekirdek kadrosunda yer almaktaydı”.
-Öte yandan, Tayyip Erdoğan'ın, ABD ile ilişkili İslam ülkelerindeki bazı masonik çevrelerle ilişkilerini ayarlama konusunda Riyad Büyükelçisi Yaşar Yakış da önemli görevler üstlendi. Bu zat AKP iktidarında dışişleri bakanı yapıldı. Ayrıca şu iddia da ileri sürüldü: “Eğitimini Amerika'da yapan, ABD'deki birçok lobiyle ve özellikle Amoco petrol şirketiyle irtibatları saptanan ve MİT eski Kontr-terör daire başkanı olup sonra Amerika'ya kaçan Mehmet Eymür'le de ilişkileri bulunan ve Kanal 7'nin Ankara temsilciliğinde görev alan bir kişi de Tayyip Erdoğan'ın Amerikan Büyükelçiliğindeki görüşmelerinde rol aldı[iii]
D) Fethullah Gülen’le İşbirliği
Aynı kaynağa göre “Türkiye için planlanan "ılımlı İslam’ın" siyasi aktörlüğüne, Biz din eksenli bir parti değiliz, Milli Görüş’le ilgimizi kestik, Adil Düzen, faizsiz sistem, İslam Birliği gibi kavramları terk ettik, biz değiştik söylemlerinde bulunan Tayyip Erdoğan, dinî önderliğine ise Fethullah Gülen seçilmiştir. Mayıs 2000’de gerçekleşen ABD ziyaretinde Tayyip Erdoğan, Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen'le görüşmüş, kurulacak partinin genel politika ve projelerini konuşmuşlardı”[iv]. Yine aynı kaynağa göre Erdoğan’la Gülen arasındaki köprü görevini eski radikal İslamcı yazar olarak bilinen, İstanbul Washington arasında mekik dokuyan Ali Ünal yürütüyordu.
Fethullah Gülen-Tayyip Erdoğan partisinin teorik temellerinin hazırlanmasına ise Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru katkıda bulunuyordu. Ve yine Fethullah Gülen'in onursal başkanlığını yaptığı meşhur Abant Toplantıları’nda bu yeni oluşumun siyasi zihniyet ve şahsiyetleri eğitilip yetiştiriliyordu.
III) ERBAKAN TASFİYE EDİLİYOR
Yukarıda yaptığım açıklamalardan anlaşılıyor ki olayların akışında belirleyici unsur Erbakan ve ekibinin tasfiye edilmesidir. Sonraki, birbirine bağlı dört olay bunu sağlıyor: Bir askerî müdahale oluyor, hükümet düşürülüyor, bir süre sonra da Refah Partisi kapatılıyor. Ve her şeyi değiştirecek olan bir gelişme: Erbakan’a ve bazı yakın arkadaşlarına siyaset yasağı getiriliyor. Peki, Erbakan’dan kimler kurtulmak istemişti, neden istemişti? Sorunun yanıtını az çok biliyoruz. Ancak biz yine bir kaynağa dayanalım, değerli gazetecilerimizden Behiç Kılıç’ın bir yazısı, özetliyorum:
Alan Makovski, 1997 yılında Washington Enstitüsü’nün Yakın Doğu Etütleri biriminin üst düzey yöneticisiydi. Uzun yıllar ABD Dışişleri Bakanlığı Güney Avrupa Yakın Doğu Şefi olarak görev yaptı. Refah-Yol Hükümeti kurulur kurulmaz, ABD medyasında yazıları çıkmaya başlayan ve Washington yönetimine bir rapor sunan Alan Makovski, raporunda Erbakan’ın ABD’nin menfaatlerine nasıl aykırı davrandığından söz edip, Erbakan’dan kurtulmak için neler yapılması gerektiğine dair bir dizi madde sıralamıştı. Çok geçmedi, Erbakan Hükümetine sert muhalefete devam ettiği yazılarıyla Türkiye’nin büyük sermaye gazetelerinde de boy gösterdi!
Alan Makovski yazılarında şu görüşleri işliyordu: “Türkiye’nin yeni İslamcı Başbakanı Necmettin Erbakan, Amerikan menfaatlerine ve Türk Amerikan işbirliğine meydan okuyor. Erbakan’ın hükümette olması Amerikan ve Avrupa yönetimlerinin işini zorlaştırıyor. Komplocu yaklaşımı ve Batı karşıtı söylemleri, Türkiye’nin dostu olarak bilinen birçok kişiyi ve kuruluşu kendisinden uzaklaştırıyor. Erbakan açıkça İran, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan ve Filistin’deki Müslüman teşkilatlara sempatiyle baktığını dile getirdi ki bunlar önemli güvenlik riski taşıyor. Erbakan, bir ideolog olarak Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmak istiyor, bu ise Amerikan menfaatlerine tamamen ters bir politikadır. Asker dahil Amerikan yanlısı Türkler, kamuoyuna Türkiye’nin Amerika ile olan ikili bağlarının değerini göstermelidir.
Bu satırlardaki “asker dahil” ifadesini not ediniz!
Behiç Kılıç devam ediyor: “Daha sonra, Makovski’nin, ABD merkezli faaliyetleri ile 28 Şubat’ın temellerini attığı ortaya çıktı! Nitekim Necmettin Erbakan da hükümetinin ABD tarafından organize edilen bir oyun sonucu yıkıldığını söylemiştir.[v]
Rahmetli Behiç Kılıç’ın yazdıkları bunlar... Bana gelince, benim tahminim şudur ki ABD görevlileri başlattıkları uzun temaslar boyunca Refah Partisi’ni yakından tanıma imkânı bulmuş, planlarının Erbakan’la yürümeyeceği, dolayısıyla başka bir yol bulunması gerektiği sonucuna varmışlardı. Ancak Erbakan ve onun Milli Görüş ekibi nasıl tasfiye edilecekti? Sorun buydu ve bir çıkar yol bulunmalıydı.
IV) YENİLİKÇİLER
Tarih 28 Şubat 1997Askerî müdahaleRP-DYP koalisyon hükümeti düşürülüyor. Aradan bir yıl geçmeden,  16 Ocak 1998’de Refah Partisi kapatılıyor.
Acaba bu arada neler oldu? Kısaca hatırlatmam gerekiyor.
Erbakan'ın, askerin baskısıyla istifa etmesi üzerine Refahyol hükümeti dağıldı (Haziran 1997). Daha önce, 21 Mayıs 1997'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, henüz iktidarda bulunan RP hakkında, "Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri" gerekçesiyle dava açmıştı. Parti 8 ay süren dava sonunda, 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik'e 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirildi. Bağımsız kalan diğer 150'ye yakın milletvekili, genel başkanlığına Recai Kutan’ın getirildiği Fazilet Partisi'ne geçti.
Ne var ki o eski birlik ve bütünlük yoktur artık, Fazilet Partisi (FP) homojen değildir, parti içinde yeni bir kanat ortaya çıkmıştır: Yenilikçiler!... Karşı taraf ise “gelenekçiler” olarak niteleniyordu.  14 Mayıs 2000'de yapılan FP 1. Kongresi'nde iki kanat arasındaki çekişme su üstüne çıktı. Yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül Recai Kutan’a karşı genel başkanlığa adaylığını koydu. Yarışı kaybetti, ancak ezilmedi: 633 oyla genel başkan olan Recai Kutan karşısında, Abdullah Gül 521 oy almıştı!
Ancak FP de çok yaşamadı: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş 7 Mayıs 1999’da Fazilet Partisi’nin de kapatılması için dava açtı. Kapatma kararı 22 Haziran 2001’de verildi. Ancak bir ay sonra partinin devamı niteliğinde Saadet Partisi kuruldu. Bu sefer Fazilet Partisi’nin başkanlık seçiminde Abdullah Gül'ü desteklemiş olan “Yenilikçiler”, diğerleri ile yollarını ayırdılar. Artık Milli Görüşçü olmadıklarını ifade eden YenilikçilerAbdullah Gül liderliğinde olan, ancak daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın başına geçeceği Adalet ve Kalkınma Partisinde bir araya geldiler.
V) VE AKP KURULUYOR
 “AKP bir tanzimdir. Böyle bir partinin iktidara getirilmesi istendi, kendisine böyle bir görev verildi, AKP’li arkadaşlarımız da bu görevi memnuniyetle kabul ettiler, çünkü arkalarına bir güç almaları lazımdı. Türkiye’de ‘ordunun izinde güçler denilen bir kavrama girecek olan güçler’in kendilerine fırsat vermeyeceği endişesiyle, 28 Şubat tecrübesi, önceki tecrübeler, ama en son 28 Şubat tecrübesinden sonra, onlar da dış destek aradılar. Amerika’nın kendilerini desteklemesini istediler. Amerika çok yuvarlak ve geniş bir kavram... Amerika içinde, küresel şirketler ve onların vakıfları var, onlar dünyanın bütün ülkeleriyle bu şekilde ilgilenirler.”
Namık Kemal Zeybek AKP’nin kuruluş öyküsünü, bir paragrafta böyle özetliyor!
A) Cumhuriyet Gazetesinin yayın yönetmeni Ilhan Selçuk’a göre AKP'nin doğuşunun başlangıcı 28 Şubat 1997’dir. Çünkü “28 Şubatın asıl hedefi, Necmettin Erbakan'ı etkisiz hale getirmek, Milli Görüş’ü bölmekti. Ancak, öyle sanıyorum ki asıl hedef başkaydı: Amerika’nın “ılımlı” İslam çizgisinde yürüyecek birilerinin, Tayyip Erdoğan'ın ve onun “yenilikçi” ekibinin önünü açmak!... Erbakan’ın tasfiyesi, bunun için gerekiyordu. Yoksa, haklı olarak ileri sürüldüğü gibi “görünürde farklı kutupların adamları olan Tayyip Erdoğan'la, Çevik Bir'in ittifakı nasıl açıklanabilirdi?   Bir kaynakta yer alan şu iddia acaba doğru muydu:  Çevik Bir, 28 Şubat hareketinde “ABD'nin truva atı” görevini üstlenmişti.”[vi]
Yıl 2000… Türkiye ekonomik krizle yatıp ekonomik krizle kalkıyor, yolsuzluklar dizboyu... Başbakan Ecevit, yardımcıları Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli… Siyasi istikrar son derecede bozuk...
Muhalefette DYP ile RP’nin yerine kurulan Fazilet Partisi var. Fazilet Partisi üzerinde Okyanus ötesinden hesaplar yapılmış, düğmeye basılmıştır. “Yenilikçiler” adlı hizip giderek güçlenmektedir. Necmettin Erbakan’ın rahlesinde yetişen, daha açıkçası bu günlere "Millî Görüş" gömleği içinde gelen bir dörtlü, "A. Gül - R. T. Erdoğan - B. Arınç -A. Şener" dörtlüsü vardır artık sahnede... Kararlarını vermişlerdir, yeni bir parti kuracaklardır! Adı Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Lideri Erdoğan’dır, kod adı “Reis”dir.
Eski DYP milletvekillerinden Tevfik Diker AKP’nin kuruluşunda ABD’nin katkısı olduğu teziyle ilgili olarak bazı ipuçlarını veriyor:  “Bizimle yeni parti için temasta olan güçler aynı zamanda FP´deki Yenilikçileri ile de temastaydı. İsrail ordusundan emekli, Türkiye´de MSB F-16 Modernizasyon Projesi´nde görevli, hem İsrail, hem de Türk vatandaşı bir MOSSAD yetkilisi ( M.B.) bir gün bana, ‘elinizi çabuk tutun, Recep Tayyip Erdoğan cezaevinden çıkacak, yeni parti kuracak, parti iktidara gelecek ve Erdoğan başbakan olacak, sana da tavsiyem partide kurucu ol’ dedi. Gerekçe olarak şunları sıraladı: "İsrail´in bölgede sonsuza kadar güvenliğini sağlamak için yeni bir Ortadoğu planlanıyor. Irak’a operasyon yapılacak. Türkiye´de İslami duyarlılığı olan kesimlerin eylemlerinin önü kesilecek. Su ve enerji kaynakları kontrol altına alınacak. Türkiye küreselleşecek.” Aynı tarihlerde Egemen Bağış, İshak Alaton ve Erdoğan´a "Üstün Cesaret Madalyası" veren Yahudi Lobisi; Ömer Çelik ve Cüneyd Zapsu ile birlikte ABD´de gerekli lobi çalışmalarını yürütüyordu.
Özetle 2000’li yıllarda Okyanus ötesinden düğmeye basılarak Türkiye´ye “ılımlı İslam” adında yeni bir elbise giydiriliyordu. Durum ortadaydı: ABD bölgedeki projesini hayata geçirmek için, "Milli Görüş"ün, Lider Prof. Dr. Necmettin Erbakan´ın, "Milli Duruş"cuların üzerini çizmişti[vii].
B) Acaba ABD bu ikinci politika değişikliğine neden gerek görmüştü?

Erol Manisalı’nın söz konusu değişikliğe getirdiği açıklama, yukardaki tezi destekler niteliktedir, şunları yazıyor Manisalı

"ABD, İngiltere ve İsrail Türkiye’de, “Ilımlı İslam” adı altında dinci bir yapılanmayı BOP için istiyor. Batı, Türkiye’de “Avrupa’daki gibi bir devlet yapısı istemiyor”. Onlar Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin yerini alacak “İslami bir devleti tercih ediyorlar”. Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanması için bu seçenek emperyalizmin tek çözüm yolu. Proje için işbirliğini kabul eden İslamcılar ABD, İngiltere ve İsrail ile bu konuda anlaştılar. İktidara getirildiler ve Batı kapitalizminin taleplerini uygulamaya başladılar.”

Öte yandan, fiilen yaşanan AKP iktidarı ise, Almanya ve Fransa’nın düşüncelerinin, özellikle 2004 yılından sonra değişmesine sebep olacaktır. ABD ve İngiltere haklıydılar; “Laik Türkiye Cumhuriyeti yerine”, siyasal İslam’ı öne çıkaran bir yapının yavaş yavaş gerçekleşmesi AB’nin Türkiye ve bölge politikalarıyla örtüşüyordu. Türkiye Cumhuriyeti yerine Ilımlı İslam devleti yapılanması AB’nin de işine geliyordu. Onlar da AKP’ye destek vermeye başladılar[viii].

AKP’nin kuruluşu ve iktidar yapılması; demek ki, aynı zamanda Amerika’nın Irak’a yönelik savaş takvimiyle de bağlantılıydı. Amerikan Ordusu’nun 2003 yılı için planlanan Irak saldırısında başarılı olması Ecevit hükümeti dağıtılmasına bağlıydı. Bir görüşe göre “bu doğrultuda Kemal Derviş, İsmail Cem ve Devlet Bahçeli öne sürüldü. ANAP ve DYP etkisizleştirildi. Merkez Sağ boşaltıldı. Amerika’nın Irak müdahalesine karşı çıkan Orgeneral Kıvrıkoğlu da Genelkurmay Başkanlığı’ndan indirilmeliydi. 30 Ağustos 2002′de Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı yapıldı. Bu, Türk Ordusu’nun en tepesinin denetim altına alınmış olması anlamına geliyordu.”
VI) ABD’NİN IRAK OPERASYONU
11 Eylül 2001 Amerika’da kıyamet günüİkiz kulelere, Pentagon’a saldırılar…. Sık sık verilen alarmlar, halk tedirgin, ülkeye korku egemen…
Bush yönetiminin hedefinde Irak ve Afganistan var. Yönetim Saddam Hüseyin’i devirmeye kararlı. Müttefiklerle yakın işbirliği gerekli, bunlardan ilk akla gelen Türkiye. Bush yönetimi Washington’a davet ettiği, üst düzey bir program uyguladığı Başbakan Ecevit’i ikna edeceğini umuyor. 16 Ocak 2002’de Beyaz Saray’da yapılan görüşmede Bush Irak’ta rejim değişikliğinin gerekli olduğunu söyledi. Bundan rahatsız olan Ecevit savaşa karşı olduğunu, diplomatik çözümden yana olduğunu belirtti.
Bush Ecevit’ten memnun kalmadı. Bir askerî operasyonda Ecevit’in ABD’nin yanında yer alacağından emin değildi.
Ecevit Ankara’ya döndükten kısa bir süre sonra hükümet sallanmaya başladı. Dokuz gün sonra AKP Genel Başkanı, ancak politik yasaklı olan R. T. Erdoğan ABD’ye gitti.
Bu arada Bush yönetimi Ulusal Güvenlik Stratejisi Raporu’nu yayınlıyordu. Buna göre Irak’ta rejim değişikliği olacaktı ve bu da Türkiye’yi yakından ilgilendiriyordu. Derken, Ankara - Washington arasında yoğun bir asker trafiği başladı. Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök seçimden birkaç gün önce Washington’a geldi. Kendisine, daha önce gelmiş genelkurmay başkanlarına uygulanmamış en üst düzeyde bir program uygulandı. “Beyaz Saray-Pentagon-Dışişleri” üçgeninde görüşmeler yapıldı. Özkök ikna olmuş görünüyordu.
Kasım 2002… Amerikalıların tahmini tutmuş, Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP büyük çoğunlukla seçimi kazanmıştı. Ne var ki Erdoğan yasaklı olduğu için Abdullah Gül başbakan olmuştu. Gül’ü ilk kutlayan ABD Başkanı Bush oldu. Hemen bir ay sonra da Paul Wolfowitz, yanında Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Ankara’ya giderek Gül’le görüştü. Wolfowitz, Bush’un, Gül’ü ilk arayan lider olduğunu büyük bir gururla vurgulayarak “bu önemli jest ülkelerimiz arasındaki yakın ilişkinin bir simgesidir” dedi. Görüşmede yalnızca Irak konuşuldu.
Wolfowitz AKP içinde tek söz sahibinin Erdoğan olduğunu biliyordu. Erdoğan’ın akıl hocası ise Cüneyt Zapsu’ydu. Zapsu Wolfowitz’e Erdoğan’la bir görüşme ayarladı. Ana konu, Erdoğan’ın Bush’un davetlisi olarak yapacağı Washington gezisi idi. Erdoğan henüz başbakan değildi ama, Başkan Bush Irak konusunda ona çok güveniyordu. Ziyaret 9 Aralık 2002’de başladı.
Erdoğan Washington’da çeşitli görüşmeler yapmış, Pentagon’a götürülmüş, çok özel konuklara uygulanan ağırlamayla Irak operasyonu odasına alınmıştı. Tank gibi odaların kapıları kapatılmış, Erdoğan’a Türkiye’den ikinci cephenin açılış planı anlatılmıştı. Toplantıda Wolfowitz yine başroldeydi. AKP lideri oradan Dışişleri Bakanlığı’na götürülerek, Bakan Colin Powell’le görüştürüldü. Çevirmeni, bakanlığın kadrosunda çalışan, ABD vatandaşı Egemen Barış’tı.
Erdoğan, heyetiyle son olarak Beyaz Saray’a götürüldü. Buradaki karşılama ve ağırlama şekli hayli tuhaftı. Protokol alt üst edilmişti. Görüşme bittiğinde Erdoğan rahat görünüyordu. Basının hiçbir sorusunu yanıtlamadı.
Erdoğan Ankara’ya, gayet mutlu olarak döndü. Yahudi lobisiyle de dostluğunu ilerletmişti. Bush yönetimi keyifliydi, istediklerini almışlardı.
Çok geçmedi 6 Şubat 2003’de Ankara’dan şu haber geldi: Abdullah Gül hükümeti, askerî tesis ve limanların genişletilmesine izin veren tezkereyi kabul ediyordu. Bush Gül’e övgüler yağdırdı, Türkiye’yi dünyaya örnek gösterdi[ix].
VII) MUTLU SON: ILIMLI İSLAM İKTİDARDA
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 14 Ağustos 2001’de kuruldu. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, İdris Naim Şahin, Binali Yıldırım ve Bülent Arınç partinin önde gelen isimlerindendi. İçinde ayrıca Millî Selamet Partisi-Refah Partisi-Fazilet Partisi (millî görüş), Anavatan Partisi (Turgut Özal'a yakın isimler) ve Adalet Partisi-Doğru Yol Partisi (merkez sağ) kökenli başka siyasetçileri de barındırıyordu.
A) AKP, “Yenilikçi hareket” olarak ortaya çıkışından doğuşuna kadar ve sonrasında, Batı’nın ve onun Türkiye’deki büyükelçi ve diğer görevlilerinin yoğun ilgi ve desteğini gördü.
-Tayyip Erdoğan ve ekibinin, AKP'yi kurma aşamasında ABD Büyükelçiliği’nde Müsteşar Lawrence ile sık sık görüştükleri ve Abdullah Gül'ün de İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan'ı makamında ziyaret edip kendisini parti çalışmaları hakkında bilgilendirdiği basına sızdı.

-Tayyip Erdoğan'ın 18 Temmuz 2001'de İsrail büyükelçisi David Sultan'la da bir görüşme yaptığı ve ona "yeni kurulacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği" yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı.
-Tayyip Erdoğan'ın Yenilikçi Hareketi’ne CIA ajanı Graham Fuller da destek veriyordu. Daha önce belirttim: Fuller “Kemalizm'in modasının geçtiği, Türkiye'nin "ılımlı Islam"a öncülük etmesi gerektiği propagandasını yapıyordu. Bir röportajında "Fazilet Partisindeki gençlerin öne çıkacağı ve Yenilikçi Hareket’in ılımlı Islam’a liderlik yapacağı" kehanetinde bulunuyordu. G. Fuller Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabında ise şunları yazıyordu: “Türkiye’nin laik bir devlet olarak kalacağı neredeyse kesin olsa bile, Türkiye içinde laikliğin anlamı evriliyor. AKP, İslam ile arasında herhangi bir formel bağ kurmaktan uzak durmasına, Laikliği demokrasinin bir ön şartı olarak kabul etmesine rağmen, ılımlı İslamcı bir partidir. Daha da önemlisi, dinî değerlerin siyasal yaşamla bütünleştirilmesinin ne anlama geldiğini keşfetmeye çalışan İslamcı bir parti olarak görüyorum AKP’yi...”
B) Tarih 2002 sonları… AKP daha 15 aylık bir partidir. 2001 krizi ortalığı kasıp kavurmaktadır. DSP bölünmüş, Ecevit ve hükümeti âciz durumdadır. Türkiye, Devlet Bahçeli’nin âni bir kararı ile erken seçime sürüklenir. Seçim sonucunda MHP, DYP ve ANAP Parlamento dışı kalır. AKP katıldığı bu ilk seçimde, 3 Kasım 2002 tarihinde, en yüksek oy oranını (geçerli oyların %34,63'ünü) alır, Abdullah Gül başkanlığında 58. Cumhuriyet Hükümeti kurulur. Milli İrade böyle istemiştir. Ancak ne tesadüf, Amerika’nın -yıllardır ince ince örülen- iradesi de böyle istemiştir!
Ne var ki operasyonda bir eksiklik vardı ve acilen giderilmesi gerekiyordu: AKP Genel Başkanı Erdoğan, aldığı siyaset yasağı nedeniyle seçime katılamamış, TBMM'de ve kabinede yer alamamıştır. Daha önemlisi Başbakanlık koltuğuna oturamamıştır. Derhal bir çözüm bulunur, o tarihe kadar Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş bir süreç başlatılır. Cumhurbaşkanı A. N. Sezer ile dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da sürece paha biçilmez katkılarda bulunur. Adeta bir seferberlik ilan edilerek, ana muhalefet partisi CHP'nin de desteklediği bir anayasa değişikliği ile, Erdoğan’ın yasaklılığı kaldırılır. Bir milletvekili -ünlü Jet Fadıl - istifa ettirilir. Erdoğan, 8 Mart 2003 tarihindeki yenileme seçiminde milletvekili yapılarak TBMM’ne girer. Bunun üzerine Başbakan Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükümet istifa eder. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den hükümeti kurma görevini alan Erdoğan, 59. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurarak 14 Mart 2003′te başbakan olur.
Artık Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık koltuğunda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olmakla övünecek, icraatıyla Çirkin Batı’ya tarihimizde görülmemiş ödünler verecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine dinamitler yerleştirecek olan  biri vardır: Recep Tayyip Erdoğan!...
Bu sonuca giden yol, içten dıştan katkılarla, bir kuyumcu sabrıyla yıllarca dantel gibi işlenmiştir.
Hedefe ulaşılmıştır, “bizim çocuklar” görevi başarmıştır.



[i] “Ilımlı İslam” teriminden anladığım, “Emperyalizm’le uzlaşmış, ABD’nin küresel çıkarlarına hizmet eden İslam anlayışı”dır.


[ii] Bazı kaynakların iddiasına göre: Abramowitz-Erdoğan görüşmelerini ayarlayan kişi gazeteci Ruşen Çakır'dı. Ruşen Çakır 1992'de Türkiye'ye gelen CIA Ortadoğu şefi ve Yahudi asıllı Graham Fuller ile görüşüp, ılımlı Amerikancı İslamcılar hakkında bilgiler verip onların ele başlarıyla buluşmalarını da sağlamıştı. Hemen bunun ardından Çakır, Graham Fullerin de etkili olduğu “Rand Corporotion”dan burs alarak Amerika'ya yollanmıştır.

[iii]AKP Nasıl Kuruldu?”
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=2621.0  (20.2.2011)

[iv] Aynı makale.


[v] Behiç Kılıç, “‘Erbakan acil düşürülmeli’ Kodlu ABD Belgesi”, Yeniçağ, 1.3.2011

[vi] “AKP Nasıl Kuruldu”, adı geçen makale.

[vii] Tevfik Diker, “AKP Nasıl Kuruldu?” http://www.internetajans.com/default.asp?nid=80333   (20.2.2011). AKP’nin kuruluşu hakkında geniş bilgi edinmek isteyenler şu çalışmaya başvurabilir: Merdan Yanardağ, Bir ABD Projesi Olarak AKP, http://www.scribd.com/doc/26709246/Bir-ABD-Projesi-Olarak-AKP-Merdan-Yanardag  (Kitap olarak yayınlanmıştır: Siyah Beyaz Yayınları, Mayıs 2007).

[viii] Erol Manisalı, “Batı’nın Yeni Türkiye Politikasının Dama Taşları”, Cumhuriyet, 19.1.2009 ve   “AB, Ilımlı İslam’ı Neden Tercih Ediyor?” Cumhuriyet, 6.12.2008.



[ix]  Yılmaz Polat, CIA Pençesinde Açılım, 3.B., Ulus Dağı Yayınları, Ank., 2010, ss. 116-126.

Prof.Cihan DURA

Yazının Birinci Bölümü [ABD  ILIMLI  İSLAMCILARI İKTİDARA NASIL TAŞIDI? (1994 - 2002)] için:

http://kaziminci.blogspot.com.tr/2016/05/abd-ilimli-islamcilari-iktidara-nasil.html