19 Mayıs 2016 Perşembe

Karşıdevrimci Kalkışma




Devrim öncesine “eski rejim” diyoruz. Fransızcası “ancient régime” olan bu kavram 1789 Fransız Devrimi’nden sonra monarşi döneminin kurumlarını, iktisadi düzenini ve toplumsal yapısını tanımlamak için kullanıldı, giderek evrenselleşti.

Bizim için “eski rejim” Osmanlı dönemidir. 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasıyla tarihe gömülmüştür. Saltanatı kaldırma koşulları olgunlaştığı halde kılıç göstermek gerekmiştir, çünkü Meclisi Mebusan’da ciddi bir muhalefet vardır. Rauf Orbay bile zor ikna edilmiştir.

Mustafa Kemal, kanun görüşüldüğü sırada, Osmanoğulları’nın altı asırdır süren “tasallut”undan söz etmiş, Türk milleti “bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor” demiştir. Meclisi Mebusan’ın saltanatı kaldırmaması halinde, “yine hakikat, usulü dairesinde ifade olunacaktır” dedikten sonra, şu sözleri eklemiştir: “Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

O dönemin “ihtimal” kesilecek kafaları bugün iktidarda. Ülkemizin siyasi yapısı önemli ölçüde Amerikan emperyalizmi tarafından belirlendiği için tereddüt hasıl oldu ve zamanında kafaları kesilemedi; aslen % 7 olan oy oranları halkın önce dini sonra milli duyguları kabaca istismar edilerek % 56’ya çıktı. Yolun sonuna geldiler. Artık siyasi iktidarın sahipleri olarak Osmanlı’nın bile gerisine düşen ilkel bir rejimi kurma çabasının son hamlesine hazırlanıyorlar. Muhtemelen sonbaharda seçime gidecekler ve bugüne kadar yapılan en gerici anayasayla halkın karşısına çıkacaklar.

Her zamanki bir adım ileri-iki adım geri-dört adım ileri taktiğini uyguluyorlar. Meclis Başkanı “Dindar bir anayasa olmalı” diyerek derin bir nabız yoklama girişiminde bulundu; hemen ardından, “İsmail Kahraman’ın kişisel görüşüdür” diyerek ortalığı yatıştırdılar. Şimdi bekleyecekler, tepkileri dikkatle değerlendirecekler, sonra bir adım daha atacaklar. Zâtı Şâhane, “laiklik ateizm ve dinsizlik değildir, korkmayın” gibisinden bir çıkış yaptı. Belediye Başkanlığı döneminde “Hem laik hem Müslüman olunmaz” diye nasıl höykürdüğü çoktan unutulmuştu. “Laiklik” kavramını, farklı bir tanımla, içini boşaltarak yeni anayasalarına koyabilirler.

Ele geçirecekleri her mevzinin önünde bunu yaptılar. Tam bir “dolaylı savaş,” tek mermi atmadan kaleleri içerden yıkma yöntemi. Gündemi önce karıştırıp sonra toparlayarak belirliyorlar. Potansiyel muhalefeti şaşırtarak ortama hâkim olup şartları olgunlaştırdıktan sonra hamleyi yapma yöntemiyle sonuç alabildiklerini gördüler.

“Eski rejim”in itibarını iade etme manevrasında Kut’ül Amare önemli bir hamledir, mesela. Hemen gündem değişti. Yazar çizer tayfası ve sosyal medya derhal Kut’ül Amare çalışmaya başladı. Olay derinleşti, Halil Paşa’nın mezarına rakı dökülmesi vasiyetiyle sulandırıldı.

“Eski rejim”in verdiği bu savaşın 100. Yıldönümü’nde Zâtı Şâhane, Genel Kurmay Başkanı’nın ve rütbeli personelin gözünün içine bakarak, “Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum,” dedi. Tehdit etmekten de geri durmadı: “Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyet’e atlıyorsa, biliniz ki o kişi milletimizin de devletimizin de hasmıdır.”

Böylece, başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyet Devrimi’ni gerçekleştiren bütün kadro cumhurun başı tarafından milletin ve devletin hasmı ilan edilmiş oldu. Genel Kurmay Başkanı bu sözleri alkışladı. Bir utanç tablosudur! Mahkeme kararıyla laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olduğu saptanmış bir partinin/kadronun karşıdevrimci kalkışmasını alkışlıyorlar. İnsan “ihtimal” kılıç çekmese bile, en azından salonu terk eder, alkışlamaz. 

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/03.05.2016